İşgal Yılları ve İhanet
Geçtiğimiz günlerde Kurtuluş Savaşı ve bağımsızlığımızın sembol yapıtlarından birisi olan Samsun’daki Atatürk anıtına bir saldırı düzenlendi. Saldırıyı gerçekleştiren hainler son yıllarda o kadar gemi azıya aldılar ki; Atamızın Anadolu’ya ayak basarak Milli Mücadeleyi başlattığı Samsun’umuzda, bunu temsil eden Atatürk anıtını yıkmaya bile teşebbüs edebiliyorlar.
Bu
hainler acaba cesareti nereden alıyorlar? Bu kin ve nefretin tarihi alt
yapısı nelerdir? Yazımızda bu konulara değineceğiz.
Kuşkusuz
benzer olaylar yeni değildir. Aynı ihanetler işgal yıllarında da vardı. Kimi
hainler düşmanla işbirliği içinde idiler. Kuvayı Milliyeye karşı Kuvayı İnzibatiyeyi
çıkarmışlar, ülkenin dört bir yanında iç isyanlar başlatılmıştı. Bir bakıma Kurtuluş
Savaşı hem emperyalizme karşı, hem de yerli işbirlikçilerine karşı çift taraflı
olarak yürütülen bir savaştır. Bu nedenle zor bir savaştır. Atatürk ve Cumhuriyete karşı günümüzde
gerçekleştirilen olaylar o yıllardaki ihanetin günümüze yansımasıdır.
Bunlar, ülke işgal altındayken sivillere yapılan saldırı ve tecavüzlerden, Türk
vatandaşlarının özgürce seyahat bile yapamadıklarından habersizdirler. Haberleri
varsa da bu tavırlarıyla milletin ferdi olmayı hak etmiyorlar. “Keşke Yunan
kazansaydı” zihniyeti bunların vicdanını da duygularını da insanlıklarını da
kör etmiş gibi görünüyor. Bu nedenle yurttaşlarımıza hatırlatmak bakımından
işgal yıllarına ait bazı belgeleri paylaşıyorum.
İşgal
altındaki Osmanlı topraklarında seyahat etmek işgalcilerin iznine bağlıydı. İtalyan
işgali altındaki Muğla’dan Yunan işgali altındaki İzmir’e seyahat edebilmek
için bir nevi pasaport olan izin belgesi alıyorlardı. Hatta Mustafa Kemal işgal
altındaki İstanbul’dan ayrılıp Samsun’a çıkarken bile İngilizlerin izin belgesi
gerekmişti. Çanakkale’de eşi şehit düşen bir Türk kadını Çanakkale’den
İstanbul’a gitmek için İngilizlerden izin belgesi almıştı.
Yukarıda
belirtildiği gibi memleket bu haldeyken yurt savunması için mücadele başlatan
yurtseverlere karşı işgalcilerle işbirliği yapan çok sayıda vatan haini vardı.
Bunlar emperyalistlerle de işbirliği yaparak yurdun çeşitli bölgelerinde geniş çaplı olarak örgütlenmişler, Kuvayı Milliyeye karşı isyanlar başlatmışlardı. Bu hainlerin fikri
altyapısı günümüze kadar gelmektedir. Samsun’daki menfur saldırının sebebi bu
hain fikri altyapıdır.
Şimdi
bunlardan özellikle günümüzde de etkili olan o işbirlikçi fikri altyapının
ağababalarından en önemlisi olan İskilipli Atıf Hoca’dan bahsedelim.
İskilipli Atıf Hoca
İskilipli
Atıf Hoca, 1876 yılında Çorum’un İskilip ilçesi Tophane köyünde doğmuştur. Anne
tarafından Arap kökenlidir. Annesi Nazlı Hanım Mekke’den Çorum’a göçen Beni
Hattab aşiretine mensup Arap dede namıyla tanınan bir şeyhin torunudur. Arap
Dede, halen Çorum’daki türbesinde gömülüdür.
1905 yılında
Fatih Camii vaizi iken yasa dışı para topladığı çini Şeyhülislamlık tarafından
Bodrum’a sürülmüş, buradan Kırım’a kaçmıştır. 1908 yılında ilan edilen II.
Meşrutiyette dönmüş, ancak Mahmut Şevket Paşa suikastında adı geçtiği için 1913
yılında 5,5 yıl Sinop’ta cezaevinde yatmıştır.
Mustafa Sabri
ve Saidi Nursi ile önce Cemiyet-i Müderrisin’i kurmuş,
sonra da Teali-i İslam Cemiyeti reisi
olmuştur (19 Şubat 1919). Mustafa Sabri şeyhülislam olunca Ömer Fevzi Bursa,
Hilmi Efendi Edirne, Ali Rıza Efendi Babaeski müftüsü yapılmıştır. Edirne
Müftüsü Hilmi Efendi, Selimiye Camii’nde Venizelos için şükran duası eden, Babaeski
Müftüsü Ali Rıza Efendi de Müslüman halkı Yunan komutana ihbar eden müftüdür.
İskilipli
Atıf da yukarıda adı geçen müftüler kadar haindir. Başında bulunduğu Teali-i
İslam Cemiyeti, 17 şubesiyle “Allah’a, peygambere ve halifeye bağlı” politika izleyen bir
siyasi fırka sayılır. Damat Ferit,
Teali-i İslâm Cemiyeti, Said
Molla, Papaz Frew ve İngiliz Muhibleri Cemiyeti ile işbirliği içinde çalışmışlardır. Bursa müftüsü Ömer Fevzi’nin kurduğu Anadolu Cemiyeti, İzmir’de özerk bir İyonya devleti kurulması için, Yunan
temsilci Trandifalos’la görüşüp Cenova Konferansına gönderdiği
öneri ilginçtir: “Sultana dokunulmasın ama Ege’de bir Yunan devleti kurulmasına razıyız!”
İskilipli
Atıf’ın asıl ortaya çıkışı, Teali-i İslam
Cemiyeti reisi iken halkı TBMM ve Kuvayi Milliye aleyhine kışkırtan iki
beyannamesiyle başlar.
“... Selanik dönmeleriyle aslı ve nesli, mezhep ve meşrebi belürsüz ecnas-ı muhtelife
türedilerinden mürekkep bu cemiyet. (...) Bu defa da Anadolu’da Mustafa
Kemal ve Kuvayi Milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden namerdane kaçarken saf ahali ve askerden cem
ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak ve ‘siz devam
edin, biz şu taraftan onların arkasını çevireceğiz’ tarzında hilelerle savuşarak zavallı ahalimizi
kırdırma usulünü takip ediyorlar. (…)
Devletler bize, “Eğer Anadolu’da Kuvayi Milliye isyanını bastırmazsanız, İstanbul’u da elinizden alacağız”
diyorlar. Kuvayi Milliye eşkiyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarıp son ihanetlerini
yapıyorlar.
Yargılanma ve İhanet Sebebi
İskilipli Atıf, Kuvayı Milliyeye kin kusmaya devam ediyor: “(...)
Elinize aldığınız fetva Allah’ın emridir. Okuduğunuz hatt-ı münif halifemizin
fermanıdır. Siz Allah’ın emrine halifenin fermanına ittibaen bu katil sürülerini yaşatmamakla
mükellefsiniz. Şu alçaklar ve
hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunların vücutlarını ortadan kaldırmak Müslümanlık
için farz olmuştur.
Askerler! artık uyuduğunuz yeter, bu zalimlere alet olduğunuz kifayet
eyler! Padişahımızın
şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz
ediniz: Size ihtar ediyoruz, Allah’ını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin!..”
Padişah, Allah ve Peygamber adına yayımlanan bu beyannamelerle TBMM’nin açılmasına karşı çıkılıyordu. Bu beyannameler, Eskişehir-Kütahya köyleri ve cephedeki asker üzerine Yunan uçakları tarafından atıldı. Bazı askerler silahıyla cepheden kaçtılar. (Fevzi Çakmak anılar) 5 Nisan 1920 tarihli Vahdeddin’in hattı hümayunu, Dürrizade fetvaları ve Teali-i İslam Cemiyeti beyannameleri bir broşür içinde yayımlandı.
17 Kasım 1922’de Vahdeddin kaçıp Mustafa Sabri de çarşaf içinde İngiliz temsilciliğine sığınınca Atıf Hoca desteksiz kaldı. Saltanat hilafet kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat’la medreseler lağvedilmiş, Hoca boşta kalmıştır.
Şapka devrimi henüz ortada yokken 1924
Temmuzu’nda “Frenk Mukallitliği ve Şapka” risalesini yayımladı. Bu risaleyi yazma amacı ona
göre dinsiz Cumhuriyete şapka simgesi ile yumruk indirmekti.
İsyanla Doğrudan Bağlantı
Şapka
devrimiyle Anadolu’da gösteriler başlayınca (1925), İstiklal Mahkemesi olaya el koydu.
Anlaşıldı ki Atıf Hoca’nın risalesi buralara ücretsiz gönderilmiştir.
Giresun’da yapılan ilk sorgulamada (16-18 Aralık 1925) risalesi üzerinden işlem yapılmadı. Ankara’da yapılan yargılamada, otuzdan fazla kişi yargılandı,
Ömer Rıza Doğrul, Hafız Osman ve Tahirül Mevlevi beraat
ederken İskilipli Atıf için idam kararı verildi.
Tüm
yaptıkları belgeli Mahkemenin 3
Şubat 1926 tarihli karar gerekçesi şöyle: “... Halkı isyana teşvik kastıyla Frenk Mukallitliği ve
Şapka risalesi yayımladığı, muhtelif mahallere ücretsiz dağıttığı sırada Polis
Müdüriyetinin 24/8/1341 (1925) tarihli raporuyla Dahiliye Vekaletine ihbar
edildiği, toplatılmasının İstanbul’a bildirildiği halde, isyandan evvel tekrar isyan
mıntıkalarına dağıtıldığı ve
isyanın çıkmasında en büyük amil
olduğu…
(...) Milli Mücadele’nin en buhranlı zamanında işgal ordusuna mukavemet
edilmemesi için Teali-i İslam Cemiyeti adına düzenlenen ve 20 bin adet basılan beyannamelerin Yunan tayyareleriyle Anadolu köylerine attırıldığı, inkılâplara ve Cumhuriyete daimi bir düşman
vaziyeti almış olan bu adamın isyan hadisesi ile maddeten ve manen alakadar
bulunduğu birçok delil ile anlaşılmıştır... ”
Görüleceği üzere Atıf
Efendi Şapka risalesinden değil, halkı Kuvayi Milliye aleyhine kışkırtan ihanet
beyannameleri ve fesat çıkarmaktan yargılandı. Babaeski Müftüsü Ali Rıza
Hoca da masum köylüleri Yunan idaresine ihbar ettiği için, ikisi birden Hıyanet-i Vataniye Kanunu’ndan idama
mahkûm oldular.
Zerzevat kültürü, Atıf Hoca’nın Şapka Kanunu’ndan bir buçuk yıl önce çıkan risalesi nedeniyle haksız idam edildiğini yazar.
Halbuki o Teali-i İslam Cemiyeti’nin Yunan ordusunu kurtarıcı
sayan ihanet beyannameleri yüzünden hüküm giymiştir…
Atıf Hoca’daki Hurafe Bilinci
Gelelim Hoca’nın zihin
arkasına. “Frenk
Mukallitliği ve Şapka” risalesinde
şunları yazar: “... Batı taklitçiliği ve küfür alameti şapkayı giymekle, namazı
terketmek veya zina ve hırsızlık gibi şeyleri irtikap etmek arasında fark
yoktur..”
Kuran’da fes
hakkında tek kelime geçmediği halde, şapkayı değil,
püskülü bile İslam’ın
simgesi sayar.
Bu Risalenin
zihinsel arka planı yalan ve riyaya gömülmüş
hurafe bilincini yansıtır. Çatal-bıçağı bile gâvur icadı diye sofrasına
koymayan Atıf Hocaya göre, “Şapka kanunu Türkleri
dinden son bağlarını koparmıştı. Fes namazda alnın yere değmesini sağlıyor,
şapka bunu engelliyordu, amaç namazı kaldırıp secdeyi önlemekti…”
Yaşar Nuri Öztürk’e göre “... Bu zat sadece engizisyon mantığının zebunu değil, aynı
zamanda ruhen hasta ve
sapıktır. Birbirine ebediyen mahrem olanların bile vücutlarının kol, bacak,
diz, yüz gibi kısımlarına bakmasını şehvet kaydına bağlamak ruh sağlığı için
facia sayılacak bir saplantıdır. Bu sapık mantığa göre, annenizin veya kızınızın bacağına, hatta yüzüne,
saçına bakabilmek için bunun ‘şehvet dışında’ olduğunu tespit etmeniz gerekir.”
Devrinin
valisi işgalciler tarafından Malta’ya sürülen Süleyman Nazif, bu risalesinde Bedevi
kültürünün taassup fetişizmine son noktayı şöyle koyar:
“... Hiçbir kazma,
İslam dinine bu Risaleyi yazan kalemden daha derin mezar kazamaz. Hatır
ve para karşılığı fetvalar veren fukahamız, İslam’da papazlardan daha mûziç bir ruhani müessese yarattılar. Ben bile bugün,
1200 senelik mezhebimin imamını oradan çıkarıp Peygamber ve Allah’ımla yalnız
kalacağım...
İnsanlığın medeni tabakaları arasında ayakkabıların
yerini bile işgal edemeyecek kadar aşağılara düşmemizin sebebi, taassubu dine
musallat edenlerdir. Atıf
Hoca’nın yazdıkları tam manasıyla halt etmektir. Esasen, her fes giyen Müslüman
olmadığı gibi, her şapka giyen de kâfir değildir…”
Bu Atıf Hoca olayını günümüze nasıl bağlamak ve yorumlamak gerekir?
Günümüz
siyasal İslamcıların Atıf Hoca’ya sahip çıkması, güya mazlumiyet vermesi, hatta “iade-i
itibar” bile istemesi demokrasi falan değil teokrasi kafası olduğunu gösterir. Burada asıl amaç, din iman aşkından ziyade, oy
vermeyi demokrasi sayan kalabalıklara bir mesaj vermektir. İleriyi geride arayan bu
siyasi kültürün, din sömürgenliği ve ahlak sürüngenliği günümüzde de Mütareke kafasından farklı değildir, beyin algısı aynen devam
etmektedir.
Görüyoruz ki kasa - masa edebiyatı ve toplumu Allah ile
aldatma siyaseti devam etmekte, tarih ve siyaset yalanlarını bile kutsallar
üzerine oturmaktadır. Çünkü bu kültürün dillerinde kemik yoktur.
Bu görgüsüz taşra kültürünün sunturlu yalan ve yorumlarına
verilecek en somut örnek, süper mürşidleri Necip Fazıl’dır. O bile şehadet şerbetini
Sakarya’nın Mehmetçiğine değil de bu softaya içirir. Şu cümle onun: “... Atıf Hoca’nın saffet dolu yüzüne, meğer mahkeme
reisi tüküresi, O da gece rüyasında Fahri Kâinat Efendimizi görerek savunmadan vazgeçesiymiş…”
Yazar Osman Selim Kocahanoğlu İskilipli Atıf Hoca için bir makalesinde şöyle diyor:
“Belirtelim ki, medrese öğretisinin İskilipli Atıf Hocası; Mütarekenin koyu bir İngiliz işbirlikçisi, bir Cumhuriyet düşmanı, beyannameleri ile de katıksız bir haindir.”
Mustafa
Kemal ve onun hatırasına saldıranlar, Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu’da bile
pasaportla seyahat edilebildiğini ne çabuk unutmuşlar! Yazıklar olsun!
0 yorum