Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları)
BACIYAN-I RUM (Anadolu Bacıları) Dünyadaki İlk
Kadın Örgütlenmesi:
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi Yazarı
Miyase İlknur’un gazetesindeki köşesinde “Dünyada İlk Kadın Örgütlenmesi
Bacıyan-ı Rum” adlı bir makalesi yayınlandı. Emek verilmiş, güzel hazırlanmış
bir makaleydi. Umarım yeterince okunmuştur. Bizi yönetenlerin dikkatini
çekmiştir.
Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde bu topraklarda
oluşan çeşitli sosyal grupların ve bu grupların işlevlerinin neler olduğu
konusunda benim de çalışmalarım olmuştu. Bunları “Ordu Yöresinde Oğuz Boyları”,
Ordu Yöresi Tarihi” ve “İlkçağdan Günümüze Ordu Tarihi” adlı kitaplarımda
ayrıntılı bir şekilde açıklamaya çalışmıştım.
Kadınlarımızın “İstanbul Sözleşmesi” konusundaki
hassasiyetlerini de dikkate alarak dünya tarihinde bir ilk olan, tarihimizdeki
bu eşsiz örgütlenmeyi tekrar gözden geçirmekte yarar gördüm. Biraz tarihimizin
derinliklerine inelim.
Anadolu, 11. Yüzyıldan itibaren yüzyıllarca sürecek
büyük bir Türkmen göçü dalgasına sahne olmuştur. Bu durum irili ufaklı göçlerle
yaklaşık beş yüz yıl sürmüştür. Göçler
sonucu burada kurulan Türk beylikleri ve Türk devletleri, kendi soydaşları olan
ve Orta Asya’dan kopup gelen Türkmenlerin başına buyruk ve ayrılıkçı
özellikleriyle her dönem mücadele etmek durumunda kalmışlardır.
Yüzyıllarca süren bu irili ufaklı göç dalgalarını üç
ana bölümde belirtmekte fayda vardır. İlk büyük göç dalgası Malazgirt Meydan
Savaşı’nın hemen ardından gelen dalgadır. İkinci dalga 1220’li yıllarda, üçüncü
büyük dalga da 1525 yılında meydana gelen göç dalgasıdır.
İlk göç dalgaları daha düzenli olarak gelmiş ve
kontrol altında tutulabilmişken, 13. yüzyılın büyük göçü karşısında Anadolu
Selçuklu Devleti güç durumda kalmış, sosyal olaylar ve çatışmalar kontrolden
çıkmıştır.
1220’li
yıllardaki Moğol istilası sonucu çok kalabalık Türk kitleler, Anadolu’ya ikinci
büyük dalga olarak gelmişler, Anadolu’nun demografik yapısını
değiştirmişlerdir. Yerleşik hayata geçmeye pek hevesli olmamışlar ve sonuçta
Anadolu Selçuklu Devleti’nin parçalanmasına neden olan sebeplerden birisi olmuşlardır.
Bu göç
dalgasının Moğol zorlaması sonucunda oluşması ve Türkmenlerin İslam
kurallarının geçerlilikte bulunduğu topraklarda çok az kalarak Anadolu’ya
yönelmesi, yeni bir durum yaratmıştır. Yeni gelen Türkmenler, göçebe
alışkanlıklarına ve kültürüne daha bağlı, İslam düşüncesinde daha yeni, düzenli
bir devlet otoritesini kabulde daha hazırlıksızdılar. Nitekim problemler
doğmakta gecikmedi. Yeni gelenlerin İslam anlayışları ve yorumları, kendi
kabile yaşamlarına ve şaman geçmişlerine daha yatkındı. Bu durum, mevcut
kurumlarla sınıf çelişkilerinin dini bir düzeyde yansımasına yol açtı.
Anadolu
Selçuklu Devleti’nin l243 yılında Moğollara yenilmesi sonucu Anadolu’da yıllarca
süren bir kargaşa dönemi başladı. Moğollar Anadolu’nun ortalarına kadar girip
Sivas ve Kayseri’yi ele geçirdiler. Selçuklu Sultanı, Antalya’ya kadar kaçtı.
Moğolların baskı ve yağmalama hareketleri Anadolu’da muhatap bulamayıp başsız
kalan Türkmenleri çeşitli arayışlara itti. Anadolu’da tam bir kargaşa
yaşanmaktaydı. Türkmenler artık “kendi başlarının çaresine bakmak” durumunda
kalmışlardı.
Bununla
birlikte Moğol istilası, Anadolu’da Türkmen sayısını da çoğalttı. Moğol
baskısından kaçan Türkmenler ve öteki Türk grupları Azerbaycan’dan Anadolu’ya
aktılar. Anadolu Selçuklu Sultanlığı zayıfladığından, uçlardaki Türkmenlerin
hareket serbestîsi arttı. Bizans ve Pontus arazisi içlerine doğru genişlediler.
Moğol istilası sırasında Mevlevi tarikatı mensupları Moğolları destekleyip
onlara övgü dolu şiirler yazarken Anadolu Türkmenleri Moğollarla mücadele
içindeydiler.
Anadolu,
nüfus anlamında Türkleştiği gibi, kültürel anlamda da Türkleşmeye başlamıştı.
Türkmenlerin sosyal ve kültürel yaşamlarını yönlendiren mesleki ve dini
örgütlenmeler de hızla çoğalmaya başlamıştı.
Anadolu’daki
Türkmenlerin bu sosyal gruplar halinde yapılanmaları, çeşitli adlarla anılmaya
başlamıştı. Bunlardan başlıcaları şunlardı:
Gaziyan-ı
Rum (Anadolu Gazileri), fetihte görev almış savaşçılardı.
Abdalan-ı
Rum (Anadolu Abdalları), Hoca Ahmet Yesevi ekolüne bağlı dervişlerdi.
Ahiyan-ı
Rum (Anadolu Ahileri), Mesleki örgütlerdi.
Bacıyan-ı
Rum (Anadolu Bacıları), Ahilerin eşleri idi.
Burada kullanılan “Rum” sözcüğü Anadolu
anlamındadır. 18. Yüzyıla kadar da bu sözcük Anadolu anlamında kullanılmıştır.
Özellikle Müslüman Ortadoğu halkları tarih boyunca Anadolu’ya “Diyar-ı Rum”
yani “Roma diyarı” demişlerdir. Sözcük 18. Yüzyıldan sonra etnik anlamda
kullanılmaya başlanmış, anlamından uzaklaştırılmıştır. Örneğin “Mevlana
Celaleddin-i Rumi” ifadesi, Anadolulu Mevlana anlamını taşır.
Bu yazımızda Anadolu’da kurulmuş sosyal gruplardan
Bacıyan-ı Rum’u konu edineceğiz. Çünkü bu grup kadın örgütlenmesinin dünya
tarihindeki en eski ve en köklü kurumudur. Sadece Türk toplumuna özgü olması da
ilginçtir.
Bacıyan-ı Rum (Anadolu bacıları) denilen grup, Arap
ve Fars kültürünün aksine Orta Asya Türk kültüründe kadınların önemli bir yeri
olduğunun en güzel kanıtıydı. Bu kadınlar, ahi örgütlerinde, tekke ve zaviyelerde
görev alırlar ve yemek pişirme, temizlik ve misafir ağırlama gibi işler
görürlerdi. Tekke sahibinin eşine “Hatun ana” denirdi.
13. yüzyılda Türkmen erkeklerinin mensup olduğu Ahi
örgütü “Ahiyan-ı Rum” teşkilatının bir benzeri de, “Bacıyan-ı Rum” yani Anadolu
Bacıları teşkilatıdır. Ahiliğin kurucusu olan Ahi Evran'ın eşi Fatma Bacı
(Fatma Ana, Kadın Ana, Hatun Ana diye de adlandırılmıştır.) tarafından kurulan
bu örgüt, dünya tarihindeki ilk kadın meslek örgütü olarak da anılmaktadır.
Bu konuda Miyaser İlknur’un şu önemli tespitlerini
belirtmekte fayda vardır:
“Avrupa’da Sanayi Devrimi öncesinde nitelik
gerektirmeyen ve çoğunlukla da aile içi işletmelerde vasıfsız içi olarak
çalışan kadınların bir ücret karşılığı işgücüne katılması ancak 18. yüzyılın
sonlarına doğru gerçekleşmiştir. Emek yoğun işlerde ucuz işgücü olarak
yararlanılan kadınların örgütlenmeleri de ancak 19. yüzyılla birlikte mümkün
olacaktır. Oysa Anadolu’da kadınlar daha 13.Yüzyılda kendi başlarına iş
kurabilme, ara mal üretme, ürünlerini kadınların kurduğu çarşılarda satma ve
çalışan kadınlarla dayanışma amaçlı örgüt kurarak dünyadaki ilk kadın
örgütlenmesini de gerekleştirme başarısına imza atmıştır. Ancak ne hazindir ki,
Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) örgütünden bırakın dünyayı, bu topraklarda
bile konu ile ilgili bir avuç akademisyen dışında haberdar olan yok.”
Anadolu Bacıları da denen bu teşkilata mensup
kadınlar, gerektiği zaman düşmanlara karşı yapılan savunma savaşlarında
eşlerinin yanında onlara yardımcı olup mücadele ederken, nakış işleri, örgü
işleri, keçecilik, kilim ve halı dokumacılığı, ipek ve pamuk ipliği üretimi ve
bunlardan yapılan değişik giysiler üretmeleri ile ekonomik alanda önemli rol
oynamışlardır. Ahiler, kasabalarda bu kadınlara ait çalışma yerleri bulunmasına
özen gösterirlerdi.
Anadolu
Bacıları sosyal alanda da, yetim ve kimsesiz genç kızları himayeleri altına
almış, onların eğitimlerinden evlenip ev bark sahibi olmalarına kadar birçok
konuda sorumluluk almışlar, kimsesiz ihtiyar kadınların bakımlarını üstlenmişlerdir.
Bacıyan-ı Rum teşkilatı mensupları kültürel ve ahlaki alanda da
yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve merhametliliğin gelişmesinde çok
önemli rol oynamışlardır.
Ahi Evran, göçebe Türkmenlerin şehirleşmesinde
onları piri olduğu teşkilat aracılığıyla sanatkâr yaparak katkı sunarken eşi
Fatma Bacı da benzer işlevi Türkmen kadınları iş sahibi yaparak
gerçekleştirmiştir.
Diğer İslam coğrafyalarında ve Avrupa’da kadının
çalışması ve hele kendine ait bir işyerinin olması hayal bile edilemezken
Anadolu’da Bacıyan-ı Rum örgütü sayesinde kadınlar iş hayatına katılabilmişlerdir.
Bacıyan-ı Rum üyesi kadınlar Ahilerle birlikte mesleki eğitim kursları
düzenliyor ve bazı akşamlar kadınlı erkekli yemekler düzenliyorlardı.
Bacıyan-ı Rum örgütü, siyasi kimliği ve Ortodoks
Sünni din anlayışını reddeden Bâtıni tasavvuf eğilimi nedeniyle o günden bugüne
ne devlet katında ne de akademi dünyasında gereken ilgiye mazhar olamamıştır.
Ülkemizde günümüzde de devam eden Sünni İslam Milliyetçiliği ile Seküler
Türkler arasındaki görüş ayrılıkları tarihimizi doğru algılamamıza engel teşkil
etmektedir. Bu nedenle de dünya tarihindeki bu eşsiz kadın örgütlenmesini ne
kendi halkımıza ne de dünyaya anlatabilmiş değiliz.
Dünyada Ahilik teşkilatı ile birlikte
kooperatifçiliğin de ilk örneğini oluşturan Bacıyan-ı Rum, sadece mesleki bir
teşkilat değil aynı zamanda siyasi faaliyetlerin de yürütüldüğü bir kadın
örgütlenmesidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin halkın yaşamını zorlaştıran kimi
uygulamalarına karşı direniş gösterdiği gibi Moğol istilasına karşı da
bulunduğu şehri teslim etmek istemeyen Ahi Teşkilatı’yla birlikte amansız bir
direniş göstermiş, bunun bedelini de canlarıyla ödemişlerdir.
Ahilik Teşkilatı’nın kurulması ve yaygınlaşmasında Anadolu
Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’ın verdiği desteğin payı büyüktür. Alâeddin
Keykubad’ın, oğlu II. Gıyaseddin
Keykubat tarafından zehirlenmesi, Ahiler ve Türkmenler üzerinde sarsıcı etki
yarattı ve o nedenle yeni sultana karşı direnişe geçtiler. II. Gıyaseddin
Keykubat, Ahilerin birçoğunu öldürdü. Sultanın kötü yönetiminden faydalanan
Moğollar Anadolu’ya akınlar başlattı. Kösedağ’da Selçuklu ordusunu yenilgiye
uğratan Moğollar, Tokat ve Sivas’ı hiçbir direnişle karşılaşmadan aldılar.
Dönemin en önemli ticaret merkezi olan Kayseri’ye girmek istediklerinde Ahiler
ve Bacılar şehri teslim etmeyip direnişe geçtiler. Ancak Kayseri Subaşısı,
Moğollara yol göstererek su yolundan onları şehre soktu. Ahiler ve Bacılar
kılıçtan geçirildi Liderleri esir alındı, örgütleri dağıtıldı.
Moğol istilası sırasında Ahiler ve Bacılar
Kırşehir’de de direnişe geçtiler. Mevlana Anadolu’yu işgal eden Moğollara destek
verdi. Anadolu Türkmenleri Mevlana’nın bu
tutumunu hiçbir zaman affetmediler. Fakat Moğollara karşı direnişe geçen Ahiler
arasında bu yüzden babası ile arası açık olan Mevlana’nın oğlu Alâeddin Çelebi
de vardı. O, haksızlığa dayanamamıştı. Garip bir tecelli Mevlana’nın müridi
Kırşehir Emiri Nurettin Caca, bu direnişi kanla bastırdı. Ahi Evran,
Mevlana’nın oğlu ve Ahilerin çoğu kılıçtan geçirildi. Ahi Evran öldüğünde 90
yaşındaydı. Ankara, Denizli, Çankırı, Aksaray ve Tokat’ta da direniş kanla
bastırıldı. Mevlevi tekkesine bağlanmayı reddeden Ahiler ve Bacıyan-ı Rum
mensupları uç bölgelere göçtü.
Bacıyan-ı Rum örgütü böylece dağıtıldı. Fatma Bacı
da Hacıbektaş’ın yanına, Suluca Karahöyük’e sığındı. Hacı Bektaş’ın evlatlığı
olan Fatma Bacı burada İdris Hoca adlı biri ile evlendi. Hacıbektaş’ın nefes
evladı olup, onun ilminin ve felsefesinin Abdal Musa ile birlikte günümüze
kadar ulaşmasını sağladı.
Ahilik
örgütünün erkek üyeleri, "Eline, beline, diline sahip ol" temel
felsefesine sahip iken, Anadolu Bacıları da "Eşine, işine, aşına sahip
ol" ilkesini yaşamış ve yaşatmışlardır.
Bu olay, sadece Ahilik veya Anadolu bacılarının
zarar görmesiyle kalmamış, Anadolu Müslümanlığının da büyük yara almasına neden
olmuştur. Özellikle 16. Yüzyıldan itibaren Sünni İslam Milliyetçiliği,
kendisinin dışındaki Seküler Türkmenleri ve onların İslami yorumlarını düşman
olarak algılamıştır. Tarikatların etkisi altındaki Sünni İslam Milliyetçiliği, Anadolu Müslümanlığının o hoşgörülü yönünü değiştirmiş, Arap örfünün din olarak algılanmasına sebep olmuş, İmam-ı Azam'ın ekolünden gelen İmam Maturidi'nin akılcı görüşleri ötelenmiştir. 11. ve 16. Yüzyıl
arasındaki “Popüler İslam Dönemi” böylece yok edilmiştir. Müslüman Türk kadını, toplum
hayatından iyice tecrit edilmiş, kırsal kesimde yaşayan kadınlarımızın bir kısmı dışında, Cumhuriyetin ilanına kadar neredeyse tümü ev hapsine mahkûm olmuşlardır.
Anadolu toplumu bir daha Hacı Bektaş-ı Veli veya
Yunus Emre gibi kişilikleri yetiştirememiştir.
Anadolu Müslümanlığına bir darbe de 16. yüzyılın son çeyreği ile 17. yüzyılın ilk yarısı arasında vuku bulan Suhte (Medreseli) İsyanları vurmuştur. Bu nedenle tarihimizdeki Suhte İsyanlarını iyi inceleyip sosyal
ve siyasal yönlerini araştırmamız lazımdır. Ancak o zaman günümüzdeki toplumsal
yapımızı ve toplumsal geçimsizliklerimizi anlayabiliriz.
Kaynak:
Mithat Baş, Ordu Yöresi Tarihi,
Ordu Belediyesi Yayını, Ordu 2012
Mithat Baş-Ahmet Gürsoy, Ordu
Yöresinde Oğuz Boyları, Ankara 2008
Miyase İlknur, Bacıyan-ı Rum makalesi, Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı
3 yorum
Lâiklik olmadan insanın özgürleşmesi mümkün değıldir. Haliyle demokratik bir düzende gerceklestirilimeyecektir. Mithat Hocama tşk. Ederim.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSevgili Nedim, tam da makalenin anlatmak istediğini tespit etmişsin. Teşükkerler.
YanıtlaSil