Âşıklık Geleneği ve Âşık Veysel
Duygu,
sevgi, hoşgörü ve gönül dünyası zengin olan Türk insanıyla bütünleşen âşıklık
geleneği, Türklerin yaşadığı coğrafyalardan başka hiçbir ülkenin bahçesinde
yeşermemiştir. Bu sadece Türk milletine özgü bir gelenektir. Beşikte annenin
dudağında ninni, kadınların dilinde mani, elini kulağına koyduklarında türkü,
kahramanlık duygularında koçaklama, yakınlarının ya da sevdiklerini ölümünde
ağıt olarak gönüllerden çağlayıp, aşk ve tabiat güzelliğinden ilham alarak
Türklerin duygu hazinesinde günümüze kadar taşınmıştır. Türk Halk Edebiyatının
Anadolu’da duru bir Türkçe şeklinde kökleşmesinin nedeni Türkmen ozanların
varlığındandır.
Âşıklık
geleneği diğer kültürel değerlerde olduğu gibi belirli bir işlevi yerine
getirmek, bir ihtiyacı karşılamak üzere geleneksel kültürün yarattığı bir
kültür değeridir. Halk şiirinde âşıkların şiirlerini dörtlük düzenine göre
söylemeleri gelenektendir. Yine dörtlük üzerinde hece ölçüsünü ve bu ölçünün
yedili, sekizli, onbirli olanlarını kullanmaları geleneğin belirgin özelliklerindendir.
Âşıklık
geleneği, özellikleri pek değişiklik göstermeyen, ancak dini, coğrafi ve
tarihsel olarak adına ozan, kam, âşık, halk şairi gibi uygulayıcı kimselerin
tarih boyunca meydana getirdikleri kültürel oluşumdur. Bu geleneği devam
ettiren icracı âşıklar, sazlarıyla, sözleriyle ve yazarak eserler
üretmişlerdir. Bazen de doğaçlama yoluyla bu özelliklerden birkaçını birden
taşıyan ve âşıklık geleneğine bağlı olarak şiir söyleyen âşıklar, genellikle
sazlarıyla şiirlerini türküleştirmişlerdir. Âşıklar kendilerini halk sanatçısı
olarak ifade ederler.
Âşık
ezgilerini ünlü Alman müzikolog Kurt Reinhard şu şekilde tanımlamaktadır:
“Âşık
ezgileri, konuşma uslûbunun ağır bastığı ezgiler ve ezgilerin ağır basıp
konuşma üslûbunun gerilediği iki gruptan oluşur. Konuşma üslubunun yaygın
olarak benimsendiği örneklerde ezgi yavaşlar ve konuşma ritmine ayak uydurur.
Ezgi çok kere güftenin arkasındadır, bu üslûpta önemli olan sözlerin
anlaşılması olduğu için ezgiden zaman zaman feragat edildiği olur. Sözlerden
ziyade ezgilerin ağır bastığı tiplerde ise bir hece birden fazla nota ile
seslendirilir, ezgilerin zenginlik kazandığı bu tipte ise güfteler bir ölçüde
daha zor anlaşılır durumdadır."
Kökeni
Orta Asya Türk kültüründe kopuz eşliğinde şiir söyleyen ozanlara dayandırılan
Âşıklık geleneği, 15. Yüzyılda tasavvufun etkisiyle yeni bir kimlik kazanmış,
bu dönemden itibaren “ozan” tanımlamasının yerini “âşık” tanımlaması almaya
başlamıştır. 19. Yüzyıldan itibaren de sanayileşme ve kentleşme süreci sonucu
önemli kırılmalara ve dönüşümlere uğramıştır. 20. Yüzyıldan itibaren Âşık
Veysel, Âşık Mahzuni Şerif ve Neşet Ertaş gibi ozanlarda bu değişim ve dönüşüm
daha da belirginleşmiştir.
Türkmen
âşıklar, âşıklık geleneğini geçmişten günümüze taşıyanlardır.
Tarihi
süreç içerisinde Dede Korkut, Pir Sultan Abdal,
Karacaoğlan, Köroğlu, Erzurumlu Emrah, Kul Himmet, Dadaloğlu, Bayburtlu
Zihni, Davut Sulari, Murat Çobanoğlu ve Ali İzzet bu geleneğin önemli
temsilcilerindendir.
Onların
20. Yüzyıldaki en önemli temsilcisi olarak Âşık Veysel öne çıkar.
Âşık
Veysel” adıyla ünlenen Veysel Şatıroğlu, 1894 yılında Sivas’ın Şarkışla
İlçesi’ne bağlı Sivrialan Köyü’nde dünyaya gelmiştir.
Onun kendi
ağzından verdiği doğum tarihi dörtlüklere de yansımıştır:
Üçyüzonda gelmiş idim cihana
Dünyaya bakmadan ben kana kana
Kader böyle imiş çiçek bahane
Levh-i kalem kara yazmış yazımı
Âşık
Veysel’in sülalesine yörede “Şatıroğulları” denilmektedir. Avşar boyunun Şatır
obasına mensupturlar. Babası “Karaca” lakaplı Ahmet adında bir çiftçidir.
Veysel
Şatıroğlu’nun ilk soyadı “Ulu”dur. 1. Sivas Halk Şairleri bayramında Veysel Ulu
olarak geçmektedir. Sonraki yıllarda soyadını “Şatıroğlu” olarak
değiştirmiştir.
Veysel'in
dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır.
Veysel'den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmişlerdir.
Sol gözünü
çiçek yüzünden kaybeden Veysel, babasının sebep olduğu bir kaza sonucu sağ
gözünü de kaybetmiştir. Dünyası tamamen kararmıştır. Oğlunun gözleri görmediği
için arkadaşları ile oynayamayıp yalnız kaldığını gören babası Ahmet,
oyalanması için ona bağlama almıştır. Amacı, Veysel'in dertlerini birazcık da
olsa unutacağı bir uğraş buldurmaktır. Veysel’in babası şiire meraklı ve
tekkeyle içli-dışlıdır. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek
avutmağa çalışmaktadır oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası
Şatıroğlu Ahmet'in evine uğrayıp çalıp söylemektedirler. Veysel onları merakla
dinlemektedir.
Veysel’in
babası Karaca Ahmet, Ortaköy Bektaşi Tekkesinde Mustafa Abdal Baba’ya bağlıdır.
Mustafa Abdal Baba’nın Karaca Ahmet’e ‘Veysel’e saz öğretelim, ileride Zakir
olur’ sözleri ve bir de Karaca Ahmet’e söz vermesi ve sazın ilk derslerini de
Sivrialan’da bir Bektaşi aydını olan Molla Hüseyin’den alması, Veysel’in ilk
yönelimlerini de ortaya koyuyordu.
Âşık
Veysel’in hayatı Ahmet Kutsi Tecer ile tanıştıktan sonra değişmeye başlamıştır.
1931
Yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları
"Halk Şairlerini Koruma Derneği"ni kurmuşlardır. Bu dernek 5 Aralık
1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı'nı düzenlemiştir. Böylece
Veysel'in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlamıştır.
Âşık
Veysel’in plağa okuduğu ilk türkü, Emlek
yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin “Mecnunum Leylam’mı Gördüm” şiiridir.
Mecnunum, Leyla'mı gördüm
Bir kerecik baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti
…
Âşık
Veysel’in plaklara okuduğu bu türkü halk arasında çok benimsenmiş, kısa sürede
Anadolu’nun hemen her yöresinde Veysel’in sesi dinlenir olmuştur.
Veysel
artık yurt çapında tanınmıştır. Âşık Veysel’in bu tanınmasında “Cumhuriyet
Destanı” adlı şiirinin büyük etkisi olmuştur:
Atatürk'tür Türkiye'nin ihyası
Kurtardı vatanı düşmanımızdan
Canını bu yolda eyledi feda
Biz dahi geçelim öz canımızdan
Sinesini hedef etti düşmana
Ölmüşken vatanı getirdi cana
Çekti kılıcını çıktı meydana
Gören ibret aldı meydanımızdan
Köy
enstitülerinin kurulmasıyla birlikte, Ahmet Kutsi Tecer'in katkılarıyla
enstitülerde, sırasıyla, Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve
Akpınar Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapmıştır.
Âşık
Veysel, büyük bir kısmı Sivas ilinde bulunan Emlek yöresinin ürünüdür. Bu yöre
köylerinin tamamına yakınının Alevi olması sebebiyle geçmişte olduğu gibi bugün
de cem ayinleri canlı olarak yaşatılmaktadır. Veysel bu ayinlerde zakirlik
yapmıştır.
Veysel, her
ne kadar Alevi-Bektaşi kültürünün yaygın olduğu bir ortamda yetişmişse de
şiirlerinde sadece yetiştiği bu ortamın özellikleri değil, daha kapsayıcı bir
yol izlemiştir. O hem Hacı Bektaş-ı Veli için, hem de Mevlana için şiirler
okumuştur. Hacı Bektaş-ı Veli için okuduğu şiirde ondan medet dilemektedir:
Medet mürüvvet edip kapına geldim
İsteğim dileğim ver Hacı Bektaş
İndim eşiğine yüzümü sürdüm
Kusurum günahım var Hacı Bektaş
…
Hemen hemen aynı duyguları
Mevlana için de taşımış olmalı ki, onunla ilgili duygularını şöyle
belirtmektedir:
Ziyaretim Mevlana’ya
Kabul et Allah aşkına
Bu fakiri divaneyi
Kabul et Allah aşkına
…
Veysel; ailesinin, yakın
çevresinin ve içinde yaşadığı topluluğun Alevîlik görüş ve düşüncesinde olmasına
rağmen, hiçbir zaman Alevî-Sünnî gibi bir ayrımcılık içine düşmemiştir. “İnsanlık Davası” başlığını taşıyan şiirinde:
Şu âlemi yaratan bir
Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası
Tanrıyla ilgili şiirlerinde büyük derinlik ve tasavvuf kokusu vardır:
O cihana sığmaz ondadır cihan
O mekâna sığmaz ondadır mekân
O devrana sığmaz ondadır devran
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
Hayyam’a bürünmüş kadehte, meyde
Neyzen’e görünmüş kamışta, neyde
Veysel’e görünür mevcut her yerde
Ne sen var, ne ben var bir tane Gaffar
Âşık Veysel’in Tanrı anlayışı,
tıpkı Alevi-Bektaşi felsefesinin etkisindeki ozanlar gibidir. Yunus Emre ve
Nesimi gibi bazen Allah’a söyleyeceği sözler de vardır:
Bu âlemi gören sensin
Yok gözünde perde senin
Haksıza yol veren sensin
Yok mu suçun bunda senin
Kâinatı sen yarattın
Her şeyi yoktan var ettin
Beni çıplak dışar’attın
Cömertliğin nerde senin
Yaşadığı çağın koşullarını
seslendirmiştir. Güzellikleri ve çağdaşlığı övmüş, tehlike ve kötülükleri
yermiştir. Çağcıldır Veysel.
İstemem dünyanın saltanatını
Süslü giyimini Arap atını
Bilirsin Türklüğün var kıymatını
Vatanım milletim bana kâfidir.
Yine Veysel meydan okumasını
da bilmiştir. Aynen Pir Sultan gibi taşın kendisine dosttan geldiğini bilir.
Ona göre tedbirini alır.
Veysel bu sevdadan vazgeç dediler
Olup bitenleri yaz geç dediler
Sevdiğin kapıdan az geç dediler
Acı sözü sevdiğimden işittim.
Veysel, kırk yaşından sonra
yazdığı tüm şiirlerinde güncel konulara ve Cumhuriyet devriminin yayılması ve
tanıtılmasına katkıda bulunan şiirler yazmış ve okumuştur.
Şairin, “Uyan Bu Gafletten”
başlıklı şiirinde geçen:
Destekle fakiri okut yetimi,
Bu hayırlar dinimizce kötü mü?
İdrâk eyle hidrojeni, atomu,
Uyan bu gafletten uyuma
yurttaş
O aynı
zamanda bir Atatürk hayranıdır.
Veysel’e
göre Atatürk büyük bir komutan olmanın yanında memleketi inşa eden, toplu
iğneyi bile satın alan bir milleti fabrikalara kavuşturan, dışa bağımlılığı
kaldıran, insanlara yeni iş alanları yaratan, onlara aş ve iş vermesini
sağlayan büyük bir devlet adamıdır. Atatürk’ün bu özelliklerini “Ağlayalım
Atatürk’e” adı şiirinde şu dörtlüklerde belirtmektedir:
Ağlayalım Atatürk’e
Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel kan ağladı
1965
yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel'e,
"Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü", 500
lira aylık bağlamıştır.
Âşık
Veysel, son konserini 15 Ağustos 1971 tarihinde Hacı Bektaş ilçesinde
vermiştir. Yaşlı ve hastadır. Konseri bitiremeden sahneden ayrılmak zorunda
kalmıştır. Sahnede son söylediği türküsü “Benim sadık yârim kara topraktır”
idi.
Ölmeden
önce de son şiirini mırıldanmıştı:
Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekliyor limanda
Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum.
21 Mart
1973 günü, doğduğu köy olan Sivrialan'da, şimdi adına müze olarak düzenlenen
evde hayata gözlerini yummuştur. Geride yukarıda belirtilen şiirlerin dışında
“Uzun ince bir yoldayım”, “Benim sadık yârim kara topraktır”, “Güzelliğin on
par’etmez” gibi ünlü şiirlerini de kapsayan 150’den fazla esere sahiptir.
Âşık
Veysel, genç kuşaklara şu nasihatlerde bulunuyordu:
"Onlara
söyleyişim şu olacak; çok çalışmak, azimli olmak, kendini yetiştirmek ve fikir
sahibi olmak. İnsanlar iki şeyle anılır, biri nefretle, biri rahmetle. Nefretle
anıldıktan sonra hiç anılmasın."
Biz de
kendisini rahmetle anıyoruz.
***
0 yorum