1939 Zelzelesinde Mesudiye
Mesudiye ilçesi tarihi boyunca
birçok doğal felaketle karşılaşmıştır. Bunlardan en dramatik olanı 1939
Erzincan depreminden etkilenmesidir. Bu büyük depremin yıkıcı etkisi deprem
kuşağında olan Mesudiye ilçesini etkilemiş, Mesudiye halkı bu yıkım karşısında
işbirliği ve dayanışma örneklerinin en güzellerinden birisini vermiştir.
Şimdi o yıllara gidelim ve
Mesudiyelilerin bu muhteşem dayanışmalarını hatırlayalım.
1939 yılında merkezi
Erzincan’da olan büyük deprem, ilçede büyük bir yıkım ve şok etkisi yarattı.
Hem can kaybı, hem de mal kaybı büyüktü. Bu deprem halk arasında şaşkınlık,
üzüntü ve durgunluk yarattı. O yıllarda ilçede tek radyo vardı. Bu radyo
günümüzdeki Halk eğitimi Merkezi’nin yerinde olan Halkevine aitti. Burada halk
toplanır, haberleri dinlerlerdi. O zaman ilçede görev yapan Dr. Saim Polat
Bengisert, radyodan haberleri dinleyerek halka açıklamalarda bulunurdu. Zamanın
ilçeye gelen tek gazetesi Cumhuriyet Gazetesi idi.
1939 Depreminin Mesudiye’de çok
büyük etkileri olmuştur. Anıları Mesudiye halkınca saygıyla söylenen ve ilçenin
kültürüne büyük katkısı olan Öğretmen Hülagü Baykal, bu büyük felaketi kaleme
almış ve günümüz kuşaklarına taşımıştır:
“Merkezi Erzincan olmak üzere
vukubulan 1939 zelzelesinin Mesudiye’ye ait hatıralarını ve bu yüzden
Cumhuriyet hükümetimizle Kızılay kurumumuzun yapmış oldukları önemli
yardımların bir bilançosunu ifade eden bu küçük eseri yurttaşlarıma armağan
ederken şu cihetleri de Mesudiye köylülerinin dikkat gözleri önüne koymak
isterim:
Artık sevgili yurdumuzun dünya
üzerinde bir zelzele bölgesi olduğunda şüphe kalmamıştır. Binaaneleyh nerede
olursa olsun, köy kurarken, ev yaparken (Sağlam Temel ve Hafif Tip Ev)
sistemini ihmal etmemekliğimiz lazımgelir. Japonlar bu sesteme sadakat
sayesindedir ki zelzele kurbanlarının sayısını yıldan yıla azaltmaya muvaffak
olabilmişlerdir…
27.12.1939 Salı gecesi saat tam
iki. Kuzey rüzgârları bütün şiddetiyle esmekte. Akşamdan beri durmadan uluyan
köpekler susmuşlar ve dondurucu soğuktan korunmak için kimbilir nerelere
sokulmuşlar. Hayvanlar son gevişlerini çoktan bitirerek rahat bir uykuya
dalmışlar. Evlerde sobalar kararalı ve lambalar söneli dört saat olmuş.
Annelerin şefkatli kollarında yatan yavrularından çözüleli, sevgililer tatlı ve
âşıkane sohbetlerini bitireli epeyce zaman geçmiş. Herkes ılık odasında derin
ve tatlı bir uyku içinde.
İşte tam bu hengâmede
(sessizlikte olması gerek) idi ki yeraltından korkunç bir gürültüler gelmeye
başladı. Çok geçmeden bu gürültüleri şiddetli bir sarsıntı takip etti. Tabiatın
bu ilk sillesi beni karyolamdan fırlattı. Odanın ortasında şaşkın şaşkın
neticeyi bekledim. Aradan iki saniye geçmemişti ki o meş’um geceyi yaratan ve
sevgili yurdumuzun 25 kazasında birden birçok tahribata ve binlerce
vatandaşımızın ölümüne sebebiyet veren büyük hadise başladı. Zalim tabiatın bu
isyanı o kadar dehşet verici idi ki insan cesareti ve muhakemesi bu durum
karşısında muvazenesini muhafaza edemiyordu. İndirdiği darbelerle bir taraftan
cansız eserlerinin biçimini şekilden şekle sokarken bir taraftan da canlı yaratıklarının
yuvalarını başlarına yıkıyor, kiminin canını alırken kimini de binbir ıstırap
içinde kıvrandırıyordu.
Odanın ortasında beklediğim
neticenin gittikçe vahamet kesbettiğini anlayarak kapının bulunduğu köşeye
koştum. Zelzelenin sihirli eli kapıyı çoktan açmıştı. Salona çıktım ve
çocuklarımın bulunduğu odaya daldım. İtiraf edeyim ki onların feryadı benim de
cesaretimi sarstı. Bilhassa bacaların yıkılışı ve çatılar üzerine dökülen
tuğlaların çıkardığı gürültüler beni daha çok korkuttu. Karanlıkta ailemin
elini yakaladım. Fakat kızım Ülker’i bir türlü bulamıyordum. Fazla bekleme
hepimiz için fecaatle neticelenecekti. Çünkü bulunduğumuz odanın duvarları
taştı. Bin müşkülatla ve çıplak bir vaziyette dışarı çıkabildik. İçerde biraz
fazla kalışımızın hakkımızda ne kadar hayırlı olduğunu sabahleyin anladım.
Çünkü bacalar yıkılırken çıksaymışız tuğlalar ve taşlar bizi pestile
çevirecekmiş. Büyük zelzele 57 saniye sürdü.
Dışarıda keskin bir soğuk ve
boğucu bir tipi…İçeride ölüm tehlikesi...Nere gidelim ve nereye sığınalım. Her
şeye rağmen içeri daldım. elbiselerimiz ile bir battaniye alarak çıktım.
Fistoru’ya giden yolun ortasında elbiselerimizi giyerken kışlaların bulunduğu
mahallenin kesif bir duman içinde olduğunu görünce bir yanardağ çıktığına
hükmettim. Meğerse bu duman, yıkılan kışlaların enkazından meydana gelmiş bir
toz sütunu imiş.
Mahalledeki insan gürültüleri
ve feryatları gecenin karanlık boşluklarında insafsızcasına esen rüzgarın
uğultularına karışarak o kadar korkunç akisler yapıyordu ki bu durum karşısında
muhakeme yürütmenin ve karar vermenin imkanı yoktu.
Sıfırın altında 17 dereceye
düşmüş olan soğuktan titreşen çocukları ve aileleri komşumuz Yavadılı Mehmet
Aydoğan’ın nispeten tehlikesiz telakki ettiğimiz evine doldurarak mahallenin
aşağı taraflarına indik. Kaymakam Dündar Egel ile Jandarma Komutanı Saip
Kızıltepe diğer komşularla ellerine geçirebildikleri yorgan ve kilimlerden
caddenin tam ortasına bir kamp kurmuşlardı. Karşı mahalleden gelen haberler
bize nispeten daha acıklıydı. Sabahı beklemek üzere Mehmet Aydoğan’ın evine
döndük. Işıyıncaya kadar geçirdiğimiz zamanın ne kadar heyecanlı ve acıklı
olduğunu tahmin edersiniz. Çıldırmış bir insan gibi durmadan deprenen yer, bizi
sabaha kadar belki on defa dışarı kaçırmıştı. Bu kaçışlar esnasında çocukların
yürekleri delen feryatlarını hiçbir zaman unutamam.
Sabahleyin karşı mahalleyi,
bilhassa kışlaları bakmaya gittik. Heyelanik bir arazi üzerine kurulmuş olan bu
mahallenin durumu karşısında tüylerimiz ürperdi. Hele kışlalar…1305 tarihinde
(1889) halk yardımıyla yapılarak ordumuza armağan edilmiş olan bu üç muazzam
bina onarılması mümkün olmayacak şekilde yıkılmıştı. Buradan dönünce bütün
memurları ve halkı telgrahanede bulduk. Çok değerli ve enerjik bir şahsiyet
olan Kaymakam Dündar Egel, kazanın uğradığı felaketi gereken makamlara
bildirememekten mütevellit teessürle çırpınıp duruyordu. Ordu ve Koyulhisar
telgraf hatları bozulmuştu. Şef Şevket Karahan beyhude yere telefonu manyeto
yapıp duruyordu. Kar ve tipi bütün şiddeti ile devam ettiği için hiçbir tarafa
atlı veya yaya adam göndermenin de imkânı yoktu…
28.12.1939 öğleye doğru
köylerden haberler gelmeye başladı. Bu haberler, zelzeleden sönen ocakların,
yıkılan hanümanların, enkaz altında ölen veya yaralanan yüzlerce insan ve
hayvanın kara haberleriydi. Vaziyetin ciddi ve hakiki olarak tesbitini temin
maksadıyla bütün memurların ertesi gün köylere çıkarılmasına karar verildi.
Daha sabahın alaca
karanlığından itibaren herkes kilimden, çuldan ve tahtadan barakalar yapmaya
başladı. Öğretmen Tahsin Eraslan’la birleşerek hemen Kazım Köseli’nin boş
arılığını sökerek omuzlarımızla Yavadılı Mehmet Aydoğan’ın bahçesine naklettik.
Birkaç saat içerisinde iki ailenin barınabileceği bir cankurtaran yaptık. Ve
çocuklarımızı yerleştirdik.
Kaymakam ve Jandarma Komutanı
da yanımızdaki bir barakaya (Mehmet Aydoğan’ın odunluğu) sığınmışlardı.
Kadınlar akşama kadar barakanın duvarlarını ve tabanlarını soğuğa karşı emniyet
altına almışlardı. Tahsin’in eşi Şefika ve bizim Azime sanki yeni bir eve sahip
olmuşlar gibi neş’e ile çalışıyorlardı. Fakar ara sıra komşu kadınların
getirdikleri acıklı haberler onların canlarını sıkıyor ve işlerini terk
ettiriyordu. Hayat ve tabiatla mücadele kaygusu onları tekrar harekete
geçirmesi idi barakamız o gece bizlere bar olacaktı.
Gece saat 17’de Veznedar Halit
Tuncalı her memurun yarın hangi bölgeye gideceği hakkındaki emri barakalı birer
birer dolaşarak tebliğ etti. Elbiselerimizi çıkarmadan yorganlarımıza sarıldık
ve korkulu rüyalar içinde felaketin ikinci sabahına kavuştuk. Bu gecenin
enterasan bir hatırasını şuracıkta kaydetmeden geçemeyeceğim: Yatarken
arkadaşım Tahsin bana, hiç olmazsa kasketimi çıkarmamı söyledi. Bu teklife ‘Ben
Atatürk’ün yanına şapkamla giderek ölürken ve öldükten sonra da inkılapçı
olacağımı göstereceğim’ cevabını verdim. Bu latifem, hala dillerde dolaşmakta
ve bana takılmak için bir vesile teşkil etmektedir.
28.12.1939 tarihinde ve
Kaymakamın başkanlığında teşekkül eden mahalli yardım komitesi 12 kişilik bir
heyetle göreve başlamıştı. Küçük kasabamızın fedakar ve hayırsever memur ve
halkı 30.12.1939 günü akşamına kadar aşağıdaki bağışlamaları yapmışlardır. Bu
eşya ençok felaket görmüş olan Kışlacık, Evkerek, Çorak, Çavdar ve Balıklı
köylerine dağıtılmıştır.
950,5 metre
kaput bezi
9
çift çarık
180 deste
iplik
211
parça çamaşır
6
yazma
23
deste iğne
129 kilo ekmek
1400 TL (Bu
para genel merkeze gönderildi.)
Yukarıda gösterilen para
yardımının 500 lirası tüccardan Kafi Sarıca Köylü Yunus Öztekin, 500 lirası
Aşağıfaldaca Köylü Cemal Ekşi ve 103 lirası da kaza memurları ve halkı
tarafından bağışlanmıştır. Gerek bu iki hayırsever şahsı, gerekse kazamız
felaketzedeleri için maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen o zamanki
memurları minnet ve şükranla kaydederim.
TBMM Yüksek Reisliğinin
28.12.1939 tarihli beyannameleri üzerine mahalli yardım komiteleri kaldırılarak
Kaymakamın reisliğinde CHP, Kızılay, Belediye Başkanları ve Kızılay
muhasibinden mürekkep 5 kişilik bir Milli Yardım Komitesi kurulmuştur. Bir
hatıra olmak üzere bu komiteyi teşkil eden zevatın adları aşağıya yazılmıştır.
Kaymakam : Dündar Ege
Kızılay
Başkanı : Raif
Sarısoy (Yukarıfaldacalı)
CHP Başkanı : Ahmet Atay (Yavadılı)
Belediye
Başkanı : Mehmet Gökalp
(İspanasalı)
Kızılay Muhasibi : Fehmi Atalay (Kasabalı)
İstanbul Vilayetinin kazamız
felaketzedelerine armağanı olan birçok yiyecek ve giyecekle sihhi malzeme
İkincikanunun (Ocak) dondurucu soğuklarına ve boğucu fırtınalarına rağmen
2.1.1940 tarihinde dört kamyonla Ordu’dan hareket ettirilmiştir. Gürgentepe ve
Harçbel’de birkaç metre karı açtırarak bu malzemeyi 7.1.1940 günü Mesudiye’ye
yetiştiren fedakar kafileyi takdir ve tebcil etmeyi en büyük bir borç sayarım.
Kafilenin Mesudiye’ye girişi o
kadar hazin olmuştur ki Ordu yolunun Mesudiye’ye girdiği ilk virajdan itibaren
başlayan korna sesleri hepimizi ağlattı. Yanımızdaki bir ihtiyar,
hıçkırıklarına karışan bir sesle şunları söylüyordu: ‘Hey Yarabbi sana çok
şükür ki bize bu Cumhuriyet Hükümetini ihsan ettin. 93’te de (1293=1877) bir
zelzele olmuştu…Kırk gün açıklarda yattık da bir kimse gelip halimizi
sormamıştı…’
Zelzele felaketzedelerine ait
tevzi talimatnamesi erzak ve eşyanın hareketi arzdan müteesir olmakla beraber
fakirlik vasfına da haiz olanlara verilmesini gerektiriyordu. Hareketi arza ait
talimat hükümlerini ve bunların sui tatbikinden doğacak mes’uliyetleri müdrik
olan muhtarlar ilk tevziat bordrolarını buna göre tanzim ediyorlardı. Fakat
çeşitli erzak ve eşya ile köylerine dönen felaketzedeler köydekilerin (felaket
görmemiş olanların) hırs ve tamahlarını tahrik etmeye başladılar. Birçok
muhtarlar bu gibilerin tariz ve tazyikleri karşısında köylerinde durmaz
oldular. İşin içinden sıyrılmak ve bütün köylünün gönlünü almak maksadıyla
ikinci tevziatta bordrolarındaki hane ve nüfus sayısını artırdılar. İşin iç
yüzünü anlamış olan Milli Yardım Komitesi yeniden köyleri dolaşarak iaşeye
bihakkın müstehak olanları tesbit etmek mecburiyetinde kaldılar. Bu hatırayı
bağlarken şunu da ilave etmeliyim ki Mesudiye Milli Yardım Komitesi gerek
muhtelif vilayetlerden gönderilen, gerekse Kızılay Umumi Merkezinden sevk
olunan erzak ve eşyanın tevziinde çok hassas ve adil davranmışlardır…Bu zevatı
bugünkü ve yarınki nesle örnek olarak takdim etmekten zevk duyarım. On binlerce
insanın haklı ve haksız hücumlarına, resmi ve gayriresmi birçok şikâyetlere
rağmen vazifelerini büyük bir tevazu ile ifa eylemişler ve açık bir alınla bu
milli işi sona erdirmişlerdir…”
Öğretmen Hülagü Baykal’ın
anıları burada sona eriyor. Kendisini saygıyla anıyoruz.
1939 Depreminde Mesudiye
İlçesi’nde Ölen İnsan Sayısı
Köy adı : Ölen
İnsan :
İlçe Merkezi 9
Afan
(Çardaklı) 1
Arpalan 12
Arıkmusa 8
Aşağıgökçe 4
Konacık 2
Güvenli 4
Balıklı 11
Çavdar 56
Ç. Sarıca 11
Daylı 21
Esatlı 2
Göçbeyi 2
Çaltepe 4
Herközü 8
Doğançam 2
Ilışar 4
Kale 3
Kışlacık 37
Musalı 8
Üçyol 3
Türkköyü 1
Yeşilçit 13
Yavşan 3
Topçam 3
Birebir 1
Genel Toplam : 246
İlerki
yıllarda depremdeki çalışmaları takdirle karşılandığı için Ordu milletvekili
olacak olan Hüseyin Ekşi’nin devletten Mesudiye için yardım talep ettiği bir
başka belgede 1939 Depreminde Mesudiye köylerinde 327 ölü, 210 yaralı bulunduğu
belirtilmektedir.
KAYNAK: Mithat Baş,
MESUDİYE Tarihi ve Kültürel Özellikleri, İstanbul Mesudiyeliler Derneği Yayını,
İstanbul 2016
0 yorum