Aleviler
Tarih bilimi, ülkemiz özelinde yeterince
objektif uygulanmamış olacak ki, birçok olayda olduğu gibi Alevilik konusunda da
yeterli ve gerçek bilgilere yer vermeme inatlığı içindedir. Bu konuda gerçek bilgileri ancak özel
araştırmalar yapan araştırmacı ve ciddiye alınabilecek tarihçilerin
çalışmalarından anlamaktayız. Yüzyıllarca Alevilik, inanç ve ideoloji
örgüleriyle, tarafsız ve nesnel bir saha olmaktan çıkartılıp, Sünni
perspektifli bir söylemin sansürcü, üzerini örtücü konusu olmuştur.
Aleviliğin doğuşunun tarihsel
kökleri, Türklerin Müslüman olmalarıyla birlikte başlar.
Emeviler zamanında Türklerin sıkça yaşadığı Sind ve Maveraünnehir
bölgelerinin İslam topraklarına katıldığı bilinmektedir.
Emevîlerin fethettikleri yerlerde gösterdikleri katı tutumları ve
ganimet uğruna yaptıkları akınlar yerli halkın İslamlaşmasını geciktirmiştir.
Ayrıca Emevilerin ezici ve adaletsiz yönetimi,
Peygamber soyuna yaptıkları iğrenç zulümler, fethedilen yerlerdeki köylü halkı
ikinci sınıf insan görmeleri gibi İslam’ın hak, adalet ve insaf ölçülerine sığmayan
davranışları, Türklerin İslâmiyet’e kolayca yanaşmalarını engellemiş, ayrıca Emevilere
karşı “nefret” denebilecek bir duygu beslemelerinin en önemli sebeplerini
teşkil etmiştir. Özellikle Kerbela vakasında İslam Peygamberinin torunu Hz.
Hüseyin’in şehit edilmesi bu nefreti daha da artırmıştır. 8. Yüzyıl bu büyük
ayrışmanın başlangıç tarihidir. Bu dönemde Ehlibeyt’e cami hutbelerinde
küfretmenin ayıp ve günah olduğunu cesaretle söyleyebilen İslam mütefekkirleri
ya zindanlarda çürütülmüş, ya da öldürülmüşlerdir. İmam-ı Azam bunlardan
birisidir.
Emevilerin ırkçı anlayışlarını terk eden Abbasiler, fetih
hareketlerinin yanı sıra davetçiler vasıtasıyla İslamlaşma çalışmaları
yapmışlardır. Çok geçmeden de bu çalışmalar meyvesini vermeye başlamıştır.
Türkler arasında ferdi olarak başlayan İslamlaşma hareketi, İdil Bulgar
Hanlığı’nın resmen İslam’a geçmesiyle kitlesel hal almıştır. (Miladi 922.) Daha
sonra Karahanlılar (Miladi 944) ve Oğuz Yabgu Devleti komutanlarından olan
Selçuk Bey (Miladi 985) kalabalık kitleler halinde İslâm Dini’ni
benimsemişlerdir.
Müslüman olan Türklerden İslam’a geçmeyenleri ayırt etmek için
Müslümanlaşan Türklere “Türkmen” adı verilmiştir.
Alevî kelimesinin İslâm dünyasında kullanılmaya başlandığı tarih tam
olarak bilinmemektedir. Günümüzde bütün İslâm ülkelerinde bu tabir kullanılır.
4. Halife Hz. Ali döneminde kullanılan deyim ise “Şia”dır.
Bugünkü kullanımıyla ilk Alevîlik, Hoca Ahmet Yesevi’nin Türkistan’da
tarikat kurup tebliğe başlamasıyla doğmuştur. XII. yüzyıla tekabül eden bu
olaya “Türk Alevîliği” denilmektedir. Ancak İslâm âlemi ve Osmanlılarda
Alevîlik, Hz. Ali’nin soyuna mensup olanlar anlamında kullanılagelmiştir. Arap
Alevilerine ise Nusayriler denilmiştir. İran’dakiler ise Şii’dir. Ancak İran’daki
“On İki İmam Şiiliği” ile “Anadolu Aleviliği” arasında benzerlikler bulunmakla
beraber, bunları algılama ve hayata geçirme noktasında büyük ayrılıklar vardır.
Osmanlı tarihi boyunca Alevîlik anlamına “Bektâşîlik” tabiri kullanılmaktadır.
Osmanlı belgelerinde Bektaşi köylüsüne “Kızılbaş”
denilmiştir.
Kızılbaş adının çıkış noktası hakkında çok çeşitli görüşler vardır. Türkmenlerin, çok eski zamanlardan beri Türk
geleneğinin devamı olarak “Kızıl Börk” giymelerine dayanır. Siyasi olarak Safevî
yanlısı anlamında kullanılan Kızılbaş kelimesi, 16.. yüzyılın başlarında
kullanılmaya başlanmıştır.
Belirtildiği gibi Aleviliğin kökleri Ahmet Yesevi’ye kadar
dayanmaktadır. Ahmet Yesevi bugünkü Türkistan, geçmişteki adı Yesi şehrinde
doğmuş, orada tekke kurmuş ve vefat etmiş (Ö.1166) bir Türk’tür. Hayatı boyunca
İslam’ı öğrencilerine Türkçe olarak aktarmış, bütün eserlerinde günümüzde bile
rahatlıkla anlaşılabilen yalın bir Türkçe kullanmıştır. Yesevi’nin hocası Yusuf
Hamedani’dir.
Yusuf Hamedani’nin en önemli özelliği öğrencilerine, kendi
milletlerinin diliyle dinlerini öğretmelerini istemesidir.
Hamedani’nin iki öğrencisinin öğrencileri, iki büyük tarikatın
kurucularıdır. Yesevi’nin öğrencisi Hacı Bektaş-ı Veli (Ö.1270) Bektaşiliği,
Abdülhalik Gucdevani’nin öğrencisi Şah-ı Nakşibend ise Nakşîliği kurmuşlardır.
Bu iki tarikat, İslam coğrafyasında itikatta farklı görüşleri savunan
Maturidiye ve El Eş’ariye ekolünün en önemli temsilcileri oldular. Ayrıca Müslümanlar
arasında İslam’ı yorumlama ve yaşama konusunda iki ayrı önemli ayrışmaya da yol
açtılar. “Akılcılık” ve “Nakilcilik” olarak İslam tarihi boyunca çok büyük
felsefi tartışmalara yol açacak olan bu temel ayrışmayı tanımadan Anadolu
Müslümanlığı ve özellikle Aleviliğin tarihsel köklerini tam olarak
algılayamayız.
İtikadda akılcılığı benimseyen Maturûdî ekolü Türkler arasında büyük
taraftar buldu. Bu ekolden İbni Sina, İbni Rüşt, Farabi ve Ali Kuşçu gibi
pozitif bilimle uğraşan bilim insanları yetişti. İslam’ın altın çağı bu bilim
insanlarının buluşlarıyla İslam coğrafyasında yeşerdi. Doğunun bilim ve teknikte
batıya üstünlüğü sağlandı. Bu ekol Orta Asya, İran ve Anadolu’da büyük taraftar
kitlesine sahip oldu.
İtikatta nakilci bir Arap yorumu olan Eş’ariliği benimseyen Nakşibendîlik
ise, kırsal kesimdeki insanlardan çok kentlerde taraftar buldu. Özellikle Osmanlı
yöneticileri arasında hızla yayıldı. Bu ekolün en önemli savunucusu İmam-ı
Gazali, İbni Sina ve Farabi gibi akılcılığı benimsemiş Maturidi ekolüne sahip
İslam bilim insanlarını kâfir ilan edecek kadar işi ileri götürdü. Ayrışmalar
keskinleşti. Halifeliğin Osmanlılara geçişi bu yayılmayı ve ayrışmayı daha da
hızlandırdı. Osmanlı coğrafyasındaki Müslümanların eğitimi için camilerde
çalışmak üzere binlerce Nakşibendî müridi görevlendirildi. Bu akımın etkisinde
kalan Osmanlı yöneticileri işi medreselerde pozitif bilimi yasaklamaya kadar
götürdüler.
İtikatta Maturidi olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin kurduğu Bektaşilik ise,
Müslümanlığın Türkçe yorumu olarak Anadolu’da hızla yayıldı.
Bektaşi geleneğindeki Menâkıbnâmelere göre, Osman Gazi’yi Kayı Boyu’na
Bey yaptıran Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Yani, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda çok
ciddi bir Bektaşi tesiri vardır. Horasan tesiri vardır. Bektaşilik, ilk Osmanlı
sultanları tarafından fethedilen ülkeleri Türkleştirmek ve İslamlaştırmak için
bir çeşit “Kolonizatör Türk Derviş Örgütü” olarak kullanılmıştır. Bu nedenledir
ki, Sultan Murat Hüdavendigar zamanında kurulmuş olan Osmanlı Ordusu’ndaki
Yeniçeri ocağı, Hacı Bektaş Tekkesi’ne bağlı kabul edilmiştir.
Bu haliyle Bektâşîlik, Osmanlı propagandası yapan bir teşkilat durumuna
gelmiştir. Bu tarikat kentte gruplaşan kültürlü kişilerin oluşturduğu bir
tarikattır. Bektaşiliğin kırsal yorumu olan Alevilik ise özellikle halk kesimi
içinde gelişmiştir.
Popüler İslam Dönemi denilen 9. ve 13. Yüzyılda Alevilik ve Sünnilik arasında
günümüzdeki kadar ayrılık bulunmamaktadır. O dönemde Türkler, Orta Asya’da
kendi gelenek ve görenekleriyle uyuşan ve bütünleşen bir İslam yorumu
benimsemişler ve hiçbir zaman kendi aralarında mezhep kavgasına girmemişlerdir.
Ancak 15. ve özellikle de 16. Yüzyıldan itibaren önce siyasal olarak ayrışma
başlamış, sonra da devlet eliyle Alevilere büyük baskılar ve zulümler
yapılmıştır. Arşivler bu konuda çok çarpıcı bilgiler vermektedir.
Konu, Ordu özelinde ele alınınca bu yörede de tarihi kaynaklar, Alevilik
hakkında önemli bilgiler vermektedir.
1455 Tarihli
Tahrir Defterinin 11.sayfasında “Bölük-i Niyabet-i Ordu bi-ism-i Alevi”
yerleşkesine ait kayıtlar vardır. Bu sayfada Cemaat-ı Muhterife yani
zanaatkârlar ve verecekleri vergi miktarları belirtilmiş, ardından “Ceman 16
nefer, Cemaat-ı Alevi gayr-ez Ahundat” ibaresi eklenmiştir. Burada geçen AHUND
ibaresi Türkmenler arasında ve İran’da “Şii imamı” erkek öğretmen anlamında
kullanılır. Kelimeye Arapça çoğul edatı olan (ad) eklenmiş ve “Ahundat” olarak
belirtilmiştir. Türkçe anlamı: “Şii
imamlarından gayrisi Alevi cemaati toplam 16 kişi” dir.
Merkezi “Nefs-i
Ordu bi ism-i Alevi” yani bugünkü Eskipazar köyü olan Hacı Emiroğulları
Oğuzların Çepni boyundan idiler. Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinin
Türkleşmesinde en büyük rolü oynayan Türk boyu şüphesiz Çepnilerdir. Hacı
Bektaş-ı Veli de Çepni Türklerindendir. Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesini Çepni Türkmenlerine ulaştıran Alevi
önderi ise kendisi de bir Çepni Türkü olan Güvenç Abdal’dır. Ordu yöresindeki
Aleviler, Güvenç Abdal ocağına bağlıdır.
15. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı Devleti Alevilere
uyguladığı baskı politikasının bir aracı olarak, sahipleri alevi oldukları için
bazı çiftlikleri devletleştirme yoluna da başvurmuştur. 15 Yüzyıl sonlarında
Alevilerin elinden tımarları tamamen alınmıştır. (1455 Tarihli Tahrir Defteri
ile 1485 tarihli tahrir Defterinde belirtilen tımar sahipleri % 80 olarak
değişiklik göstermektedir.)
Büyük
Kaçgun Dönemi, yani 16. yüzyıl sonları ve 17. Yüzyıl başlarında vuku bulan Celali
ve Suhte isyanları sırasında da Aleviler, Osmanlı merkez yönetimine muhalif
olmuşlardır. Bu nedenle de Osmanlı Devleti tarafından yüzlerce yıl sürekli
baskıya maruz kalmışlar, kimisi doğuya doğru göç ederken, kimi Balkanlara
sürülmüş, kimi Alevi Türkmenler de kuş uçmaz kervan geçmez sarp coğrafyalara
sığınmışlar ve oralarda köyler kurmuşlardır.
Osmanlı yöneticileri
(Köprülüler Devri ve bazı kısa dönemler dışında) Aleviliği, cahilce çirkinlik,
batıl inanç ve kanunca yasak olan yol olarak görmüş, Alevilere geleneksel Sünni
İslam anlayışını kabul ettirmek için baskı politikasının yanı sıra medrese
eğitimiyle yola getirilmeleri gerektiğine inanmışlardır. Bu konuda 20 yüzyıl
başlarında bile çok önemli belgeler bilinmektedir.
Sonuç olarak, özellikle 15. ve 16. Yüzyıldan itibaren;
*Aleviliğin, Türk dilini ve Şaman geleneğini inkâr etmeden İslamiyet’i kabul eden Türkler olduğunu bir
türlü kabul edemedik. Onlar, “Alevilik, İslamiyet’in Türkçe yorumudur”
diyorlardı, ciddiye bile almadık.
*Aleviler, Türk kimliğini ve
dilini, İslamiyet köprüsünden “Araplaştırmadan” geçirmeyi başaran
topluluklardır. Bunu bile kabullenemedik.
*Anadolu dağlarında “baba”
adıyla anılan mezarlara evliya dedik, çaput bağlayıp oralardan medet umduk ama
o tepelerde yatan babaların Alevi olduklarını aklımıza bile getirmedik.
*Osmanlı Devleti’nde
halifeliğin getirilmesine kadar neredeyse resmi din gibi kabullenilen Bektaşilik’i
görmezden geldik. Hatta fıkralarla onların yaşam biçimlerini hicvettik. Hâlbuki
Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri gücü yer ordusunun Bektaşi Ocağı olması bir
rastlantı değildi.
*Pir Sultan Abdal’ı, Âşık
Veysel’i, Âşık Mahzuni Şerif'i dinledik; “Bu ses, bizim sesimizdir, bu bizim kültürümüzdür” dedik,
türkülerinden haz duyduk, ama onların günümüzdeki versiyonlarının Madımak
Oteli’nde yakılmasına yeterince tepki gösteremedik.
*”Eline, diline, beline sahip
çık” diyen Alevilerimizin, aslında Hz. Muhammed’in “Ben yüksek ahlakı
tamamlamak için gönderildim” sözüne ne kadar sadık olduklarının farkına
varamadık. Dinin amacının da böyle olması gerektiğini algılayamadık.
*Halifeliğin gelmesiyle
birlikte, Anadolu’da hem dil alanında, hem de kültürel alanda müthiş bir
“Araplaşma” olgusu yaşandı. Her doğu seferinden sonra bir “moda” gibi, ya bir
tarikat türedi, ya da Türkçeden bir kelime eksildi, yerine Farsça ve Arapça
kelimeler girdi. Türkçenin grameri bile bozulmaya yüz tuttu. Kentlerimizde
kadınlarımızın giysileri değişti, kara çarşafla tanıştılar, kültürümüz
yozlaştı. 15. yüzyıldan sonra neden bu toplumdan, bir Hacı Bektaş-ı Veli, bir
Mevlana, bir Yunus Emre, bir Nasrettin Hoca, bir Pir Sultan Abdal çıkaramadık,
sebebini bile düşünmedik, düşünmek istemedik.
İyi ki Aleviler ve ozanlarımız vardı, onların
sayesinde Türk Kültürü Anadolu’da kökleşti. Onların değerini bile gerektiği kadar
fark edemedik.
Aleviler, genç cumhuriyetimizin kökleşmesinde ve aydınlanmanın
savunulmasında çok önemli roller üstlendiler.
Ülkemizde gerçek demokrasi, çeşitli inanç gruplarının, özellikle de
yüzyıllarca baskı altında yaşamış Alevilerin taleplerinin ciddiye alınmasıyla
mümkün olabilir.
KAYNAKÇA
Fığlalı, Prof.Dr. Ethem Ruhi, Milli Bütünlüğümüz Ve Hacı Bektaş
Veli, Ankara 1997.
Üzüm, İlyas, Tarihsel ve Kültürel Boyutlarıyla Alevilik,
İstanbul 2007
Gölpınarlı, Abdülbaki, Kızılbaş Maddesi, İslam Ansiklopedisi,
C.VI.
Sümer, Faruk, (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilatı,
Destanları, Ankara 1980
Yılmaz, Nail, Kentin Alevileri, İstanbul 2000
Baş Mithat, Ordu Yöresi Tarihi, Ordu 2012
Pala Hikmet, Aleviler, Yayınlanmamış Makale
Pala Hikmet, Aleviler, Yayınlanmamış Makale
1 yorum
Okudum. Kutlarım. Selamlar!
YanıtlaSil