Tarihimizde Suhte (Medreseli) İsyanları
Kasım 24, 2020 Mithat Baş Tarih Araştırmaları 0 Yorum Kategori : Mithat Baş tarih araştırmaları , ordu tarihi , Osmanlı , tarih , tarikatlar , Türk kültürü
TARİHİMİZDE SUHTE İSYANLARI
Uygar toplumlar için tarihleriyle yüzleşmek
önemlidir. Tarihle yüzleşmek, tarihten dersler çıkarmak için yapılır. Bu yöntem
uygulandığında yanlışlar tekrarlanmaz, tarihi süreç içinde gerçekleşen olumsuz
toplumsal olaylar gerçekleşmez, yeniden tekerrür etmez. Toplumsal ilerleme
ancak tarihi olaylardan ders çıkarılmasıyla mümkündür. Aksi halde tekrarlanan
yanlışlıklar yüzyıllar boyunca devam eder, toplumların gelişmesinde önemli bir
ayak bağı haline gelir. Toplumsal çatışmalardan beslenen bazı yönetimler,
tarihleriyle yüzleşmekten kaçınırlar.
Batılı ülkeler, kendi tarihlerindeki önemli
olaylarla yüzleşmişler ve bu sorunu büyük ölçüde halletmişlerdir. O nedenle de
aynı yanlışları sürekli tekrarlamamışlar, kendi içlerinde toplumsal barışı
büyük oranda sağlamışlardır. .
Bizim tarihimizde de ibret almamız gereken önemli sosyal
olaylar vardır. Bunlardan en önemlisi özellikle 17. Yüzyılın ilk yarısında
hemen bütün Anadolu’yu kasıp kavuran Suhte (Medreseli) İsyanlarıdır. Bu
olayların bilimsel olarak analiz edilmesi ve genç kuşaklara kavratılması
gerekir. Hamaset duygularıyla anlatılan tarihi olaylar, bırakın tarihten ders
çıkarmayı olayları objektif veremediği için zararlı bile olabilmektedir. Bu tür yaklaşımlar, sorunları hasıraltı
etmekten öteye gidememişlerdir.
Suhte isyanlarının en önemli tarafı kuşkusuz bu hareketin
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk medreselerinde çıkması ve buradaki öğrenciler
arasında yayılmasıdır. Bu nedenle de bu isyan “milli bir karakter” taşır. Aynı
mahiyette olan Celali isyanlarını da bu seriye dâhil etmek mümkündür. Türk
tarihinin daha bilimsel temellere oturtulması için yukarıda belirtildiği gibi bu
isyanların çok iyi bilinmesi ve analizinin yapılması gerekir.
Osmanlı medreselerinde öğrenciler için önemli avantajlar
bulunduğu bilinmektedir. Yeme, içme ve barınma gibi ihtiyaçlar medrese
vakıflarınca karşılandığı için bu öğrencilere belirli miktarlarda burs da
tahsis edilmekteydi. Bu tür cazip imkânlarla öğrenim görmek, mezuniyet
sonrasında da devlet kademelerinde ya da dini kurumlardan birinde küçük de olsa
bir ekmek kapısı elde etmek önemli bir avantaj sağlamaktaydı. Fakat 16. yüzyıl sonlarından itibaren devletin diğer kurumlarında olduğu gibi medreselerde de hoşnutsuzluklar başlamıştı.
Ayrıca siyasetin bilim anlayışını baskı altında ve dar
kalıplar içinde tutması, her şeyin ve bilimin temelinde iman esaslarının
görülmesi ve “bilimin imanın temelinde olduğunun kabul edilmesi, özgür
düşüncenin ve arayışların hoş görülmemesi toplumsal kutuplaşmayı da
körüklemiştir. Mezhepçilik anlayışına
göre İslam fıkhının şekillendirilmesi, İmam-ı Azam ve Maturidi gibi “akılcı”
anlayışı temsil eden İslam âlimlerinin yerine El Eş’ari ve Gazali gibi
“nakilci” kişilerinin görüşlerinin kabullenilmesi, medreselerde pozitif
bilimlerin yasaklanması bu kurumların iyice bozulmasına yol açmıştır.
Batıdaki bilimsel gelişmeler takip edilmemiş karşılaştırmalar
yapılmamış, ülkedeki eğitim öğretim ve bilimin içine düştüğü durumun vahameti
zamanında anlaşılamamıştır.
Bu durum, Yavuz Sultan Selim zamanından itibaren Mısır ve
başka Arap bölgelerinden Anadolu’nun çeşitli yerlerine getirilen ve adına “ Sadad-ı
İzam” denilen hoca takımı vasıtasıyla Arap örfünden beslenen yeni bir İslam
anlayışını getirmiştir. Böylece ülkemizde geleneksel Anadolu Müslümanlığı ile
çelişen çok daha tutucu bir inanç sistemi ortaya çıkmıştır.
17. yüzyıldan itibaren görülen Rumeli’deki yenilgiler
sonucu buralardan geri göçen Türk kitlelerinin İstanbul ve başka kentlerde
sağlıksız ve düzensiz nüfus yoğunluğu oluşturması ve bu kişilerin medreselerde
barındırılması medreselerin bozulmasının bir başka nedeni olarak da
gösterilebilir.
Suhte isyanlarının, resmi tarih anlayışında Celali
isyanlarıyla birlikte verilmesi ve belki de bu isyanlar bahane edilerek
görmezden gelinmesi, sonuçları günümüze kadar uzanan Seküler Türklerle Sünni
İslam anlayışı çatışmalarının kökleşmesi ve mezhepçi ayrışmaların yaygınlaşmasına
neden olmuştur. Kimi zaman suhte isyanları devlet görevlileri tarafından örtülü bir şekilde desteklenmiş, mezhep çatışmalarının artmasında etkili olmuştur. Bu isyanlarda kadılar, çoğu kez suhtelerle birlikte hareket etmişlerdir. Türk devlet geleneğinde olmaması gereken olmuş, devlet görevlilerinin suçlularla işbirliği yapılmasının önü açılmıştır.
İmparatorluğun ilk yıllarında medrese mezunları, az
sayıdaki müderrislik kadrolarına atanabilmek için lüzumluluk usulüne göre bir
bekleme döneminden geçerlerdi. Bu bir çeşit staj dönemi idi. Zamanla bu yol kötüye
kullanıldığı gibi müderris olmak için medrese bitirme şartı da aranmadı. Adı
olup kendisi olmayan medreselere kayırma yoluyla atamalar yapılmaya başlandı.
Bu konuda o kadar ileri gidildi ki devlet adamları ve müderrislerin oğullarına daha
çocukken “müderris” unvanı verilmeye başladı. Bunlar bir medresede görevli
gösteriliyor, böylece geçimleri sağlanmış oluyordu. Bu gibilerine alay için
“beşik uleması” denilmeye başlanmıştı. Yüksek dereceli ulemanın ilmiye
sınıfındaki oğulları babalarının işgal ettikleri mevki göz önüne alınarak
doğrudan Miftah, Kırklı, Hariç ve Dâhil müderrisi olarak atanır olmuşlardı.
Ulema oğullarına bu tür imtiyazlar tanınması itirazlara neden olsa da 16.
Yüzyıldan itibaren ulema oğulları hakkındaki bu ayrıcalık genişleyerek devam etmiş,
bu gibiler, bilgi ve hak etmelerine bakılmaksızın sıralarını bekleyen müktesep
haklıların önünde müderris olarak atanmışlardır.
Bütün bunların yanında suhte isyanlarının çıkmasına neden
olan başka sebepler de vardı. Topraktan elde edilen ürünlerin geleneksel yaşam
tarzının sürdürülmesine yetmemeye başlaması, toplumsal statüde meydana gelen bu
olumsuzlukların kabullenilmeyişi, kentlere yeni “işsiz-güçsüz” takımının akın
etmesine neden oldu. Krizin yapısal olarak yaygınlaşması sonucu, kentler yeni
misafirlerine umduklarını değil, sadece “isyan hakkını” verebildi. Artık
kentlere gidip “işsiz-güçsüz” olmaktansa güçlü eşkıyalar olmayı tercih eden
kesimler, “vur kafasına al ekmeğini” deyimiyle nitelendirilen bir toplumun ilk
önemli isyancıları olarak tarihe geçtiler.
Özellikle Anadolu’da baş gösteren dağınık ve başıbozuk
isyanlar, sonunun nereye varacağı bilinmeyen ve önü alınamayan büyük bir
karışıklık ve toplumsal bozulmaya da neden oldu. İsyanlar, ülkenin başına
karabasan gibi çökmüştü.
Suhte isyanlarının genişlemesinde ve şiddetlenmesinde bir başka sebep de devlet memurları arasında görülen ihtilaflardı. Örneğin kadılar, müderrisler, naipler ve ümera öteden beri geçinemiyorlardı. Kadılar ve beyler arasında nüfuz rekabeti vardı. Bu durum, bir çeşit statü kavgasıydı. Kavganın devamlılığı kadıların suhtelere meyletmelerine sebep oluyordu. Köylerde bulunan dirlik erbabı zaten kadılarla da, beylerle de geçinemiyordu. Şehirlerin ileri gelenleri ise daha çok kadılarla birleşiyordu. Sanki herkesin birbiriyle sorunu vardı. Bu durum, uygulanmakta olan mevcut ihtilafları çözememesinden, çözüm üretememesinden kaynaklanıyordu.
Bütün bunlar gösteriyordu ki, suhte isyanları yıldan yıla
halkı da içine alan sosyal bir buhrana doğru yürümekteydi. Anadolu’da bu kanlı
isyanlar olurken 16. Yüzyılın sonlarına doğru merkezi otoritenin bu olaylar
karşısında yeterince sorumlu davranmaması olayların büyümesine de yol açmıştı.
1574 yılında II. Selim öldüğü zaman suhte isyanları bütün Anadolu medreselerini
içine alan genel bir ayaklanma manzarası almış bulunuyordu.
Toplumsal ayaklanma
genelleştiğinde artık kontrol edilemez hale gelir. “Haklı” ve “haksız”
birbirine karışır. Hele de tek elden yürütülmeyen bu tür ayaklanmalarda doğrunun
seçilmesi zorlaşır. Her türlü melaneti görmek mümkündür.
Nitekim çocuk kaçırma ve ailelerinden para istenmesi ve
bunun kazanç haline getirilmesi bütün suhte isyanlarında görülmüştür. Bazı
müderrisler de öğrencileriyle birlikte hareket etmişlerdir. Örneğin Tire
Kazası’nın Işıklı müderrisleri bazı çocukları kaçırmış, halkın parasını ve
koyunlarını almışlardı. Böyle öğrencileriyle birlikte hareket eden müderrislere
oldukça sık rastlanmaktaydı.
Canik (Samsun) bölgesinde suhteler ve leventler “Gurbet ve
Çingene taifesi” ile birlikte dolaşıyordu. Bu suhteler, ellerindeki cariyeleri
kullanıp, genç bekâr erkekleri etraflarına toplayıp birçok hadiselere
karışıyorlardı.
Suhteler,
kendilerini ele verenlere karşı da intikam almak için harekete
geçiyorlardı. Geyve’de suhtelerin mahkemeyi basarak bazı kimseleri
katletmişler, bunun üzerine, il erleri ile aralarında çarpışma oluşmuştu. İl
eri olarak kendilerine karşı çıkmış olanlardan intikam almak üzere 100 kadar
suhte toplandıktan sonra katledeceklerinin listesini yaptılar. Gerede suhteleri
ise zekât topluyordu.
Bu dönemde
Suhte isyanları Ordu yöresinde de görülmüştür. 16 Ocak 1585 tarihli bir yazıda
Karahisar-ı Şarki ve Milas ve Habsamana ve Bolaman ve Bayramlu kadılarına hüküm
gönderilerek Suhte isyanlarıyla mücadele istenmektedir.
Arşiv Fon Kodu: A.DV. NS. MHM. Dosya No: 53, Gömlek No:
713, Belge No: 132, Tarihi: 14 Muharrem 993 (16 Ocak 1585)
“Karahisar-ı Şarki ve Milas ve Habsamana ve Bolaman ve
Bayramlu kadılarına hüküm: Kazalarında evler basıp ve yollar kesip katl ve
garetlerde ve avret ve oğlan çekmekte olduğu bildirilen Suhte Mehmed ve Bıyıklu
Hacı ve rüfekasının tutulup teftişlerinde sabit olacak haklar sahiplerine
alınıp mukayyed ve mahbus Asitane’ye (İstanbul) gönderilmeleri 14 Muharrem 993
yevmüs-selasa (Salı günü) İbrahim ve Ali nam çaşnigirlere verildi.
Karahisar-ı Şarki ve Milas ve Habsamana ve Bolaman ve
Bayramlu kadılarına hüküm ki; Suhte
taifesinden Mehmed ve Bıyıklu Hacı Tahir; Siz dahi bazı ehli fesada serdar olup
taht-ı kazanızda evler basıp yollar kesip garat-ı emval ve esbab-ı katl-i nüfus
edüp avret ve oğlan çeküb daima fesat ve şena’atten (kötülükten) hali
olmadıkları ilam olduğun zikr olunan ehl-i fesadı ele getürmelerini emredip
buyurdu ki; vusul bulduktu (emrim geldiğinde) bu babda gereği gibi mukayyed
olup il-eri muavenetiyle demleri (kanları) heder olmak üzere ele gelmeleri her
ne vecihle mümkün ise hüsn-ü tedarikle getürdüp firar iderler ise şer’le ihzarı
(hazır bulundurulması) lazım olmağın bildirilip gönderilip davayı hak edenler
ile beraber idüp ber-vech-i mezkur ayan hususların …hakları alıverildikten
sonra üzerlerine fesad ve şenaatleri sabit olanlara ruhsat vermeyüp mukayyet ve
mahbus südde-i saadete gönderesin… Mezkûr kullarım bile koşulan yoldaşlarına
haddi-i seriden tecavüz ettirmeyesin…”
Bir başka belgede Suhte (medrese)
isyanlarının yöredeki etkilerinin önlenmesi için Pazarsuyu, Bayramlu-yı Ordu,
Bolaman ve Yakupbeğderbendi (Perşembe) kazasındaki kadılara gönderilen 1601
tarihli bir hükümde, Bolaman Kazası’ndaki suhte eşkıyası hakkında gerekenlerin
yapılması emredilmektedir.
Padişah’a, 2 Mart 1606 (23 şevval
1014) tarihinde, arz olunduğu görülen başka bir belgede, "Karahisar-ı Şarkî Sancağına tâbî Ordu-yı
Bayramlu Kazası’nda türeyen Hacı Şamlu ve binden fazla levent ve sekbandan
oluşan eşkıyası, sipahi Karahızır ve İsmail Çavuşoğlu Mehmet Çavuş ile birlikte
hareket ederek vilayetimize zuhur etmişlerdir. Hacı Şamlu ve eşkıyası nice
Müslümanların ve ocak sahibi kimselerin evlerini basıp gençlerini kendi
leventlerine katmış, ayende ve revendeden
(gelenden ve geçenden), seferli askerden nice kimseleri katletmiş,
evlerin erzaklarına elkoymuştur.” denilmektedir.
Aynı belgede “Yine Kaza-i Ordu-yı
Bayramlu’da ikamet eden müsellim-i vilâyet (Vilayetin asayişinden sorumlu) olan
Dergâh-ı Âli silahtarlarından Abacı zade Ali Bey kullarının bir oğluyla bir
avretin ve yedi nefer hizmetkârlarıyla evin basup katledip on yük akçelik emvâl
ve erzakını gasp etmiştir. Bundan başka
Vilâyet-i mezbureye tâbi Kırık Nahiyesinde sâkin Dergâh-ı Âli sipahilerinden
diğer Ali Bey kullarını altı neferiyle birlikte katledip mal ve esbabını gasp
etmişler ve Dergâh-ı Âli yeniçerilerinden Trabzonlu üç nefer yeniçeriyi dahi
katledip mallarını ve esvaplarını yağma ve talan etmişlerdir", dendikten
sonra, sözü geçen “vilâyetteki kazaların her birinden biner kuruş salgun, her
haneden üçer kile arpa ve ikişer kile buğday, bir batman yağ ve bir batman bal,
beş okka pirinç ve beşer tavuk alıp anbarladıkları, kadıların, Şark ordusu
serdarı emri ile topladıkları, sürsat akçesini memurdan zorla aldıkları, tekrar
her hâneye altışar kuruş salma saldıkları” ifade olunuyordu.
Her haneden alınan eşkıya haracının
vahameti göz önüne alındığında 17. yüzyıl başlarındaki Ordu yöresinin durumunu
anlamak mümkündür. Ordulu Hacı Şamlu’nun o çevrede yaşattığı dehşet, kalesiz
yani açıkta kalan köylerden pek çoklarını kaçıp kalesi olan kasaba ve şehirlere
sığınmaya zorladı. O kadar ki zorbalar namus ve ırzlara dahi en küçük bir saygı
göstermiyorlardı. Kaçanlar, mal ve erzaklarını ortada bırakmışlardı. Asiler
halkın sığınmasına çok elverişli olan Giresun Kalesi’ni kuşatarak içeri girmeye
çalıştılar ve yirmi gün boyunca önlerine çıkanı öldürdüler. Kendi aralarında
teşkilatlanan halk, Karahisar-ı Şarki Sancağı mutasarrıfı Seyyid Mehmet Paşa’yı
başlarına geçirerek Hacı Şamlu’nun üzerine yürüdüler. Büyük çarpışmalardan
sonra Hacı Şamlu’nun kendisi, arkadaşlarından Kazdağlı, Köse Osman, Dilsüz,
Simitlü Bölükbaşı ileri gelenleri öldürüldü. Gerisi kaçıp Karahızır Mütevelli
ve Mehmet Çavuş adındaki zorbaların etrafında toplanmayı başardılar.
17. yüzyılın ilk çeyreğinde “Nefs-i
Ordu bi-ism-i Alevi” yerleşkesinin yok olması, Celalî ve Suhte İsyanları sonucu
meydana gelen kargaşa ortamı ve bu ortamın doğurduğu nüfus kriziyle
ilişkilidir. 1613 yılında 103 hane ile yörenin yönetim merkezi olan “Nefs-i Ordu
bi ism-i Alevi” yerleşkesinin 1642/43 yılındaki yazımlarda görülmemesinin, bir
başka deyimle yok olmasının başka bir açıklaması olamaz.
Bu isyanların
bastırılması için devletin aldığı önlemler de vardı. Bunların en önemlisi “İl
eri” uygulamasıdır. İl erleri gerek Kanuni devrinde ve gerekse daha sonra
Anadolu’da görülen isyanlarda devletin kullandığı önemli bir teşkilattı. İl
erleri yahut “İl eri” olarak adlandırılan bu teşkilat günümüzdeki anlamıyla bir
nevi milis kuvvetlerinden ibaretti. Buraya dâhil olanlar doğrudan doğruya Türk
halkının gençlerinden oluşuyordu. Bunlar bazen sancak beyinin bazen de bir
zaimin emrine verilirlerdi. İl erleri gönüllü değil, mükelleftiler. Çünkü suhte isyanlarında
serdarın davetine rağmen gelmeyenlerin kürek cezasına yollanmayı göze almaları
gerekiyordu. İl erleri teşkilatı Türk halkının kendi aralarında görülen
geçimsizliklere karşı kullanılan kuvvet olduğundan Rumeli’de ve Anadolu’da Türk
olan sahalarda mevcuttu. III. Murat devrinde birçok il erinin de başlarında
bulunan serdarları ile birlikte isyan ederek suhte ve asi leventlere
karıştıkları görülmüştür.
Önceleri yaygınlaşan isyanları ciddiye almama eğilimindeki
Osmanlı yöneticilerinin isyanı silah toplatma ve katliamlarla bastırmaya
çalışması da “kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan” kalabalıkların isyana sürekli
katılımını engelleyemedi. Suhte isyanlarını bastırma konusunda gönüllü olarak
çalışanların tümü, imparatorluğun en zengin ve ünlü isimleriydi. Engellenemeyen
genişleme, yöneticilerinin suhtelerle pazarlık yapmasını zorunlu kıldı fakat
her defasında çözüm önerileri suhteler tarafından reddedildi. İsyanın
durdurulması halinde 'tövbe' edenlere toprak kiralayacakları ya da uygun bir iş
sağlanacağı sözünü veren devletin çözüm arayışı, suhtelerin sadece
eğitimleriyle örtüşen işlerde çalışacaklarını belirtmeleriyle sonuçsuz
kalırken, medrese eğitimine veya mezuniyete dair önerilen akademik düzenlemeler
de isyanın durmasına yetmedi.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, geleneksel Sünni anlayışla
düşüncelerini ifade eder ve suhte ayaklanmalarında Şii propagandasının da
etkisi olduğunu belirtir. Ona göre bu durumdan etkilenen suhteler, Sivas,
Çorum, Amasya, Tokat ve Antalya’da büyük isyanlar ve kanlı katliamlara neden
oldular. Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı sıralarda Amasya’da binlerce suhte
toplanıp pek çok insanı öldürmüşlerdir. Osmanlıda mezhep kışkırtıcılığı II.
Bayezıt döneminden beri görülmekteydi.
Mustafa Akdağ ise olaylara daha sosyolojik bakar, öğrenci
disiplinsizliği ve suhte ayaklanmalarını sosyal sebeplere dayandırır. “16.
Yüzyılın ortalarında bir yandan nüfusun hızla artması, öte yandan toprak
kazandıran savaşların ve zaferlerin durması, vergilerin de ağırlaşması yüzünden
köylerden kentlere ve zengin yörelere nüfus akınının başlamasını” suhte isyanlarına neden olarak gösterir.
16. yüzyıl suhte isyancıları, ekonomik ve siyasi bunalım
ortamında kendilerine hiçbir şey vaad etmeyen ve çözülmekte olan bir düzene
karşı isyan başlatmışlardı. Kendileri de yetişme tarzlarından olsa gerek
karşılaştıkları sorunlara bilimsel bir çözüm önermekten çok uzakta idiler. Başlattıkları
isyan girişimi, tarihsel olarak Osmanlı imparatorluğuna karşı gelişen ilkel ve
tepkisel bir öğrenci muhalefetini temsil ediyordu. İlkel olduğu için de sonunun
hangi toplumsal çürümelere ve dezenformasyona varacağından habersizdiler.
Günümüzde tarih bilimcileri bile bu konularda doğru dürüst
bir analiz yapmaktan uzak görünüyorlar. Sorgulayıcı, tarihi ve dinsel
analizlere yer veren bilimsel araştırmalardan uzaktalar. Ve biz hala hiçbir
şeyle yüzleşemiyoruz. Bu nedenle de bir türlü “bilim toplumu” olamadık.