Türkleşme Sürecinde Mesudiye Yöresinin Önemi
Türkleşme Sürecinde Mesudiye Yöresinin Önemi
Anadolu’nun
Türkleşmesi 11. yy.dan 16.yy'a kadar süren uzun bir süreç içinde
gerçekleşmiştir. Yazılı tarihimiz, bu Türkleşme sürecini, Türkmenlerce kurulan
çeşitli beylikler ve devlet yapılanmalarını bizlere olabildiğince
anlatmaktadır. Bugüne kadar ders kitaplarından öğrendiğimiz tarih bilgileri,
bizlere bulunduğumuz toprakların gerçek tarihini sunabilmiş midir? Burası
kuşkuludur. Hatta son yıllarda yapılan bilimsel tarih araştırmaları,
öğrendiğimiz tarihin birçok yönden eksik ve hatta yanlışlarla dolu olduğunu
göstermektedir. Ancak, yeni araştırmalar, bu yanlışlıkları düzeltip azaltacak
önemdedir.
Tarih
yazılırken, geçmiş zamanlara ait arkeolojik kalıntılar, varsa yazılı belgeler
göz önüne alınarak tespitler yapılmış ve tarihi olaylar bu belgelerin ışığında
kaleme alınmıştır. Bu tür tarih yazımı da tam doğru değildir. Ülkelerin
tarihlerini günlük gibi kaleme alan yazarlar, sadece o ülkenin yönetim
sınıfının istekleri doğrultusunda belgeler bırakmışlardır. Yine de bu belgeler
olayları yok saymamış, sadece sübjektif bir bakış açısıyla yansıtmıştır.
Fakat öyle
tarihi belgeler vardır ki, bu belgelerde üretilmiş bilgi aktarılmaz. Bunlar ya
çeşitli yapılanmaların vergi ve askerlik gibi kayıtlarını belirten tapu
defterleri gibi tutanaklar, ya da bürokratik mekanizmaları işleten vesikalardır.
Söz konusu tutanaklara en önemli örnek, Osmanlı Tahrir Defterleri’dir. Osmanlı
Tahrir Defterleri’nde halkın etnik, sosyal ve ekonomik, coğrafi ve kültürel
yaşantıları konusunda son derece önemli ip uçları mevcuttur. Bu defterleri
fiziki haritalara benzetmek mümkündür. Fiziki bir haritaya bakan ve biraz
harita bilgisi olan bir insan, haritadaki dağlar, ovalar, yaylalar,
ekilebilecek arazi yapısı, bitki örtüsü, iklim, yetiştirilecek ürünler ve insan
yaşamı hakkında nasıl bilgi sahibi oluyorsa, Osmanlı Tahrir Defterleri’ndeki
bilgilerle de, tıpkı fiziki haritaların yorumlanması gibi mükemmel bilgiler
elde etmek mümkündür. Hele bu bilgiler, halkın sözlü kültürüyle de örtüşüyorsa ve
bu konuda alan çalışmaları yapılıyorsa, ortaya katkısız, gerçek ve bilimsel bir
tarih çıkar.
Ordu ili ve
yöresi ülkemizin diğer köşelerine göre, bu bakımdan şanslıdır. TTK’da Prof. Dr.
Bahaeddin Yediyıldız’ın Sondaj Metoduyla Türkiye Tarihi’nin yeniden yazılması
ve yapılanması amacıyla bu belgelerden yola çıkarak araştırmalar başlatması,
tarihimizin daha bilimsel temellere oturtulması ve belgelendirilmesi açısından
son derece önemlidir. Tahrir Defterlerindeki bilgilerle sözlü kültürü örtüştüren
bilim insanı, belki de ilk kez Türkiye’mizde Sayın Prof. Dr.Bahaeddin
Yediyıldız’dır.
Sözlü kültür,
halkın yüzyıllar boyunca nesilden nesile naklettikleri ve giderek de
efsaneleşen önemli söylencelerdir. Mesudiye yöresinde bu söylencelere çok sık
rastlanır. Ordu’nun diğer yörelerinde dağınık bir yerleşme oluşurken,
coğrafyası gereği Mesudiye’de toplu yerleşim birimleri oluşmuştur. Bu durum,
sözlü kültürün yaşamasını kolaylaştırmış, yüzyıllar öncesi olan olaylar
günümüze kadar gelebilmiştir. Nitekim her Mesudiye köylüsü, köyünün nasıl
kurulduğu veya sülalesinin nerelerden geldiği konusunda az veya çok bir bilgiye
sahiptir.
Bu sebeple
Mesudiye yöresi tarihi kaleme alınırken, Tahrir Defterleri ve sözlü kültürün
örtüşmesi kaçınılmaz olarak aranacaktır. Çünkü Mesudiye yöresi, belki de
Türkiye’nin hiçbir yerinde görülmeyecek tarihi öneme haiz “adlandırmalara”
sahiptir. Nedir bu adlandırmalar?
Mesudiye’de
herhangi bir tepeye çıkıp etrafınıza baktığınızda yine tepeler görürsünüz.
Bilen birisine bu tepelerin adını sorduğunuzda vereceği yanıt şudur: Erdembaba,
Kılıçbaba, Karababa, Akbaba, Sarıbaba, İlyasbaba, Eriçoğbaba, Karaaslan, Ziyarettepe….
Ve bu tepelerin zirvelerinde yöre halkının kutsal saydığı, adaklarını
kestikleri ve belki de sorunlarına medet aradıkları mezarlar. Yüzyıllarca
korunmaya çalışılmış, dağılan taşları ziyaretçilerce toparlanmış, gizemli
mezarlar.
Kimdir bu
babalar? Halk niçin bu mezarları kutsal kabul etmiştir? Bu yöreleri kendilerine
bırakan atalarına bir vefa örneği midir bu saygı?
Bu soruların
yanıtlarını yine sözlü kültürde bulabiliyoruz. Şimdi yaklaşık yedi, sekiz yüz
yıl gerilere gidelim.
Oğuz
boylarının Ordu yöresinde ilk yurt tuttukları bölge Mesudiye topraklarıdır.
Zaten Mesudiye yöresine çok yakın olan Şarkikarahisar, 1072 yılında bir Türkmen
beyi olan Mengücek Bey tarafından fethedilmiş ve Büyük Selçuklu Sultanı
Alparslan, Malazgirt Savaşı’nda da
kendisine yardım eden bu büyük kumandana Şarkikarahisar’la birlikte Erzincan ve
Kemah’ı da mülk olarak vermişti. Bu bölge 1228 yılında Anadolu Selçuklu Devleti
topraklarına katılmıştır.
Mesudiye
yöresine ise Türkmenler Danişmendliler döneminde yerleşmeye başlamışlardır. Mesudiye
Kale Köyü’nde bulunan Milas Kalesi’nin 11. yüzyılda Danişmendliler zamanında
yapıldığı bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Nitekim kaledeki minber
kalıntısı da bunu kanıtlamaktadır. Bu konuda Ege Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’nün bir makalesi de yayınlanmıştır. (Anıtlar Yüksek Kurulu Üyesi
Mükerrem Usman Anabolu)
1178 yılında
Danişmendli Beyliği, Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan tarafından ortadan
kaldırılınca Mesudiye yöresindeki topraklar, zaten büyük göç dalgalarıyla
uğraşmakta olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin göçebe Türkmenleri yönlendirdiği
bir bölge haline geldi. 13. yüzyılın ilk yarısında özellikle Anadolu Selçuklu
Devleti’nin yıkılmasından sonra Moğol istilasına da uğrayan Anadolu, büyük bir
kaos ortamına girmişti.. Başsız kalan göçebe Türkmen boy ve oymakları, yerel
anlamda Türkmen Bey ve Türkmen Babalarının etrafında kümelenmeye ve
bulundukları yerde tutunmaya çalıştılar. Artık kendi kaderlerini, kendileri
çizecekti. Bu yöredeki Türkmenleri koruyacak ne büyük bir beylikleri ne de
bağlandıkları bir devlet vardı.
Tam da bu
devirlerde Ordu yaylalarının ve Mesudiye topraklarının Trabzon Rum Devleti ile
Türkmenler arasında defalarca el değiştirdiğine tanık oluyoruz. Yazılı
kaynaklarca da belirtilen bu el değiştirmenin nasıl olduğunu “sözlü kültür”
açıklıyor. (1982 yılında Kültür Bakanlığı standartlarına göre derlediğim ve
yayınladığım “Uzun Kızlar Efsanesi”
bunlardan sadece birisidir.)
Efsanenin
geçtiği olay, yukarıda da belirtildiği gibi, Türkmenlerle Trabzon Rum Devleti
arasındaki çatışmalardan birisi olmalıdır. Efsanede adı geçen kızların
mezarları çevrede yaşayan halk tarafından yüzyıllar boyunca korunmuş ve
günümüze kadar ulaşmıştır. Ayrıca Eriçok Tepesi’nin zirvesinde de kale
kalıntısı ve kalenin diplerinde yüzlerce mezar bulunmaktadır. Efsanede yerin
yarılmasını, Türkmen kadınlarının ve Türkmen kültürünün iffet ve namuslarına
düşkünlüğünün bir yansıması olarak görmek gerekir.
Gerek
Danişmendliler ve gerekse Selçuklular döneminde Trabzon Rum Devleti’ne sınır
olan Milas (Mesudiye) yöresine Çepni, Iğdır, Yüregir, Eymür, Bayındır, Bayadı,
Alayundlu, Karkınlu gibi Oğuz boyları ve çok sayıda Oğuz oymakları
yönlendirilmiştir. Bu boy ve oymaklar önceleri her biri bir tepeyi tutmuş Türkmen
bey ve babalarının himayesinde yaşamaya başlamışlar, zamanla bu beylerden
birisi olan Bayram Bey’in etrafında kenetlenerek Hacı Emiroğulları Beyliği’nin
nüvesini oluşturmuşlardır.
Bayram Bey’in
Mesudiye yöresindeki Türkmenlerin başına geçtiği, başarılı bir asker ve etkili
bir yönetici olduğu anlaşılıyor. Bayram Bey’in ilk amacı, Mesudiye yöresine
yerleşen Türkmenlere otlak ve yaylak bulmak için mücadele etmek olmuştur. Bunun
içinde yöreden topladığı kuvvetlerle sık sık Doğu Karadeniz bölgesi’ndeki
dağların yamaçlarındaki yaylalardan doğuya akınlar düzenlemiştir. Nitekim gerek
kendisi, gerek oğlu Hacı Emir Bey ve gerekse torunu Süleyman Bey, bugünkü Ordu
ve Giresun yaylalarını Trabzon Rum Devleti’nin elinden almak için yaklaşık yüz
yirmi yıl süren amansız bir mücadeleye girişeceklerdir.
Bayram Bey,
Danişmendliler zamanında yapılmış olan ve Trabzon Rum Devleti’ne karşı yaptığı
bütün akınlarda karargâh olarak Milas Kalesi’ni kullandı. Kalenin hemen yanında
bir saray, bir hamam ve birkaç tane kümbetten oluşan aile mezarlarını yaptırdı.
Beylik, ilk yıllarında merkez olarak bu kaleyi kullandı. Aynı yerin yaz aylarında
beylik merkezi olarak ileriki yıllarda da kullanıldığını söylemek mümkündür.
Çünkü yöre Osmanlılara geçince Tahrir Defterlerine kaydedilirken yöredeki birçok
yerin malikânesi Hacı Emiroğulları ailesine bırakılmıştır.
Anadolu’da ve
bu arada Mesudiye yöresinde Türkmenler arasında o yüzyıllarda kesinlikle
İslamiyet’i yaşama ve yorumlama farklılıklarından kaynaklanan bir çatışma
yaşanmamıştır. Zaten o yüzyıllarda Türklerin İslamiyet’le tanışmaları yüz-yüz elli
yıllık bir geçmişe sahiptir. Türkmenlerin ve diğer Anadolu Beyliklerinin
birbirleriyle kavgaları, otlak alanlarının paylaşılması ve yerleşik düzene
geçmekte zorlanan göçebelerin sorunları yüzündendir. Devlet ve büyük
beyliklerin örgütlenmesi, vergilerle ayakta tutulabildiğinden ve vergiler de
“oturaklı” hale gelmiş köylüden alınabileceğinden, gerek Selçuklular ve gerekse
Osmanlılar Anadolu’daki göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata geçmeleri için
büyük çaba sarf etmişlerdir.
Böyle bir
otlak çatışması Hacı Emiroğulları Beyliği ile yönetim merkezi Niksar’da olan
Taceddinoğulları Beyliği arasında da meydana gelmiştir. Mesudiye toprakları ve
özellikle Ordu yaylaları daha tam olarak yerleşik hayata geçmemiş olan göçebe
Türkmenler için yaylak ve kışlak olarak kullanmaya son derece elverişli
yerlerdi. O yıllarda hayvancılıkla geçinen Türkmenlerin, sahilin sıcak
koşullarına ve sıtma salgınlarına karşı, geniş otlakları bulunan kırsal
bölgeleri tercih etmelerinden daha doğal bir durum olamaz.
Niksar ve
Erbaa ovalarında kışlayan Türkmenler de, yaz mevsimlerinde sürüleriyle Karagöl
yaylalarına gelirlerdi. Bu durum günümüzde bile devam etmektedir. Yazılı
kaynaklarda Taceddin Bey’in Mesudiye topraklarında gözü olduğu ve bu sebeple de
Hacı Emiroğullarıyla savaştığı ve Hacı Emiroğlu Süleyman Bey tarafından daha
saldırının hemen başında 500 atlısıyla birlikte öldürüldüğü, ordusunun
dağıtıldığı belirtilmektedir. Bu savaşın yeri kaynaklarda açıklanmamaktadır.
Söz konusu
olayda da savaşın yeri konusunda “sözlü kültür”e başvurmak mümkündür.
Olayın
geçtiği yer, Erdembaba mevkii olmalıdır. Burası, her iki beyliğin sınırı
sayılır. Erdembaba ile ilgili söylenceler de vardır.
Sözlü kültür
örnekleri, halkın kendi içinde yaşattığı yerel tarihlerdir.
Yöredeki
sözlü kültür ve efsanelerin bir kısmı Ordu yöresine ait en eski kaynak olan Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız ve Ünal Üstün
tarafından günümüz Türkçesine çevrilen 1455 tarihli Osmanlı Tahrir Defterindeki
bilgilerle birebir örtüşmektedir.
Nitekim,
Mesudiye özelinde Göçbeyi, Kışlacık, Türkköyü, Topçam, Çukuralan, Yeşilce,
Arıkmusa yerleşkelerinin kuruluş söylenceleri 1455 tarihli Tahrir Defteri ile
uyuşmaktadır. Bu yerleşkelerin 1430-1450 yılları arasında kurulduğunu söylemek
mümkündür.
Sözlü
kültürün bize bıraktığı önemli bir tespit de yöredeki Türkmenlerden bir
kısmının 1455-1485 tarihleri arasında geri göçtükleridir. Zile köyünün kuruluş
söylencesinde, köyü fetheden İlyas Baba önderliğindeki Türkmenlerin köyde
yaptıkları çeşme ve mezarlıkları durmakla birlikte, kendilerinin geri
göçtükleri ifade edilmektedir. 1455 ve 1485 tarihleri arasında köydeki önemli
nüfus azalması bu sebeple olmalıdır. Aynı
söylencede günümüzde köyde yaşayan Türkmenlerin değişik tarihlerde Sivas,
Erbaa, Erzincan, Trabzon, Gümüşhane, Divriği gibi yerlerden gelip yerleştikleri
de belirtilmektedir.
Ordu yöresinin
Türkleşmesinde ülkemizin diğer yerlerinde görülmeyen bir başka özellik de Sayın
Yediyıldız’ın deyimiyle Hacı Emiroğullarının çeşitli bölük örgütlenmeleri
oluşturarak yöreyi fethetmeleridir. Gölköy ve çevresini Burak bey ve Çoban Bey,
Fatsa ve Ünye çevresini Mezit Bey, Çamaş yöresini Mehmet Çamaş Bey, Ulubey
yöresini Sevdeş Bey, Şayip Bey ve Fermude Bey, Gülyalı yöresini Ebulhayır Bey, Piraziz yöresini Piraziz Bey, Bozat yöresini Seydi Ali Bey, Kepsil yöresini Şemseddin Bey, Pir Kadem Bey ve
Mustafa bey bölüklerinin başında fethetmişler ve kendilerine bu yörelerde fetih
hakkı olarak yurtluklar verilmiştir. Söz konusu Beyler, Hacı Emiroğulları’nın
kumandanlarıdır.
Ordu
yöresinin Türkleşmesinde ne Selçuklu Devleti’nin ne de Osmanlı Devleti’nin rolü
olmuştur. Hacı Emiroğulları Beyliği 1427 yılından birkaç yıl önce Osmanlı
Devleti’ne bağlandı. Beyliğin Bolaman batısındaki toprakları Canik Vilayetine
bağlandı. Giresun yakınlarındaki Batlama
Deresinin doğusunda kalan kısmı Vilayet-i Çepni adını aldı. Ordu yöresi,
Mesudiye ve İskefsir (Reşadiye) toprakları ise Vilayet-i Bayramlu adını aldı. 1427
yılında da tahriri yapıldı.
Kuşkusuz bu
olay ve yapılanmaları kısa süre içinde anlatmak mümkün değildir. Ancak genç
kuşaklarımıza şunları hatırlatmakta yarar görüyorum. Kimlik bilinci, modern
bireyin en fazla değer vermesi gereken en kutsal hakkıdır. Bu topraklar ve
üzerinde yaşanan tarih bilimsel anlamda incelenip araştırıldığında,
milletimizin hiç de bazılarının söylediği gibi aşure çorbasına benzeyen bir
mozaik yapılanması olmadığı görülür. Bu topraklar, her karışı Türkmen kanıyla
sulanmış, her tepesinde Türkmen mezarı bulunan, bin yıldır korunması için hemen
her aileden şehitler verilmiş, atalarımızın bizlere bıraktığı Türkmen
topraklarıdır. Daha dün, I. Dünya
Savaşında Mesudiye’den 5300’e yakın asker gitti. Araştırmalarıma göre
dönenlerin sayısı sadece 250 civarında.
Bu toprakları
korumak için giden dedelerimizin mezarları bile belli değil. Bu geri
dönemeyişler, sadece dökülen şehit kanlarıyla sınırlı değil. Onların kendi
kuşaklarının yok olması bir yana, geride bıraktıkları çocuklarının yarısı
bakımsızlık ve hastalıktan öldü, diğer yarısı da büyüyüp toparlanıncaya yıllar
süren büyük bir sefalet yaşadılar.
Ülkemizde sinema
yapımcıları, romancılar ve diğer araştırmacılar, Orta Karadeniz insanının yakın
tarihte, seferberlik yıllarında çile çeken, aç kalan, salgın hastalıklarla ölen
insanların dramlarını konu edinmediler de, mübadeleyle giden insanların
yaşamları ve aşkları onlar için senaryolar yazdılar. Bu da bizim yazarlarımızın
utancı olmalıdır.
Genç
kuşaklarımızın ulusal kimliklerini sahiplenmeleri, atalarına ve tarihlerine
karşı onların namus borcudur. Bu da ancak kendi tarihlerini gerçek boyutlarıyla
bilmelerine ve anlamalarına bağlıdır.
Onlara, her
ortamda ve her konumda yardımcı olmalıyız.
6 yorum
Tebrikler..
YanıtlaSilHocam mesudiye esatlı köyü eski ismi karye-i esedlü hangi boydan ve tarihçesi nasıldır hemen hemen tüm yazılarınızı okudum.emeğinize sağlık.saygılarımla
YanıtlaSilMithat hocam faydalı bilgiler için çok teşekkürler...
YanıtlaSilİlginiz için ben teşekkür ediyorum.
Silİlginiz için ben teşekkür ediyorum.
SilMithat Hocam paylaşım için çok teşekkürler. Yöremizin tarihi konusunda çok aydınlanıyoruz, iyiki sizin gibi değerlere sahibiz. Sağlık diliyorum
YanıtlaSil