Tarihimizde Salgın Hastalıklar
TARİHTE
SALGIN HASTALIKLAR
Tarih
boyunca veba başta olmak üzere kolera, çiçek ve sıtma gibi salgın hastalıklar
devletleri, toplumları ve insanları derinden etkilemiştir. Bu salgınlar, bazı
medeniyetlerin yok olmasına bile sebep olmuştur.
Aztek
medeniyetini buraya gelen kaşiflerden çok, beraberlerinde getirdikleri çiçek
virüsü ve yol açtığı hastalık sonlandırmıştır. Çiçek, kızamık ve kabakulak gibi
hastalıklarla ilk kez karşılaşan Aztekler, milyonlarca insanını kaybetmişlerdir.
Aynı felaketle daha sonraki yıllarda Güney Amerika’da İnkalar karşılaşmıştır.
İnsanlık
tarihinde en ölümcül salgınlar tarihin çeşitli dönemlerinde veba ve kolera
salgınları olmuştur.
VEBA
SALGINLARI
İlk
büyük salgın, M.Ö. 430 yılında Atina’da görülmüştür. O yıllardan dünyanın en
gelişmiş şehri olan Atina, bu salgından nüfusunun yüzde otuzunu kaybetmiştir.
İkinci
büyük veba salgını M.S. 161-180 yılları arasında yaşanmıştır. Bu salgında Roma
İmparatorluğu içinde 15 milyondan fazla insan ölmüştür. Bu felaket, Roma İmparatorluğunun çöküşünü
hazırlayan önemli etkenlerden birincisidir.
“Kara
ölüm” olarak adlandırılan tarihteki en büyük salgın, 1346-1353 yılları arasında
meydana gelmiştir. İtalyanların her tarafa yaydıkları veba salgını sonunda
Avrupa nüfusunun üçte biri ölürken, dünyada salgından ölenlerin sayısı 100
milyona ulaşmıştır.
Osmanlıların
“taun”, Avrupalıların “kara ölüm” olarak adlandırdıkları-Anadolu’da kara taun
da denir- veba, insanlık tarihinin en acımasız ve etkili salgınlarından birisiydi.
Salgınların boyutları o kadar büyük olmuştu ki milyonlarca insan hayatını
kaybetmiş ve dünya tarihinin gidişatı değişmişti.
Peki,
yaşadığımız coğrafyada durum nasıldı? Anadolu bu salgınlardan nasıl
etkilenmişti?
Özellikle
kıtalararası geçiş güzergâhında bulunan Anadolu, ilk çağlardan itibaren hem
Avrupa, hem Asya kökenli salgın hastalıklara maruz kalmış bir bölgedir. Bulaşıcı
hastalıklar tüccarlar, hacılar ve ordu aracılığı ile neredeyse tarihin her
döneminde Anadolu’yu mesken tutmuştur.
1092-1093
yıllarında Anadolu’da görülen veba salgını çok büyük yıkımlara sebep olmuştur.
Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan devrinde çıkan bu salgında ölümler o kadar
çoktu ki kaynaklar; “cenazelerin defninde güçlük çekiliyordu” şeklinde ifadeler
kullanmaktadır. Bu kaynaklarda vebanın görüldüğü şehirler belirtilmemişse de,
hastalığın bütün memlekette etkili olduğu ve ciddi bir nüfus kaybına yol açtığı
anlaşılmaktadır. Salgından bir yıl önce Antakya’dan Nuseybin’e kadar uzanan
bölgede etkili olan büyük bir depremin de hastalığın ortaya çıkmasında ve
yayılmasında önemli bir etken olduğu görülmektedir. Çünkü çok sayıda insanın
ölümüne yol açan bu afetin, bölgede yoksulluğu ve sefaleti artırıp, insanlar
için sağlıksız bir ortam, veba için uygun bir zemin hazırladığı kuşkusuzdur.
Osmanlı
Devleti de veba olmak özere kuruluşundan yıkılışına kadar birçok salgın
hastalıkla yüzleşme durumunda kalmıştır. Orhan Gazi’nin Bursa’da bu hastalıktan
ölümü, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da salgın olması nedeniyle şehirden
ayrılıp sefere çıktığı veya yine vebadan kaçabilmek için Balkanlarda ordusuyla
bir kentten bir kente geçtiği de görülmektedir.
1625
yılında İstanbul’da büyük bir veba salgını daha yaşandı. Hammer Tarihi bu
salgın hakkında şunları belirtmektedir; “O yaz, İstanbul ve sokaklarında büyük
bir taun çıktı. Ölülerin sayısı günde bine vardığı zaman, gelenek olduğu üzere
tersane arkasında Ok Meydanında duaya çıkıldı. Mısır Vekainamelerinde Bayram
Paşa Taunu diye isimlendirilmiştir.”
Osmanlı
Devleti, 18. Ve 19. Yüzyılda birçok değişim ve dönüşüm yaşadı. Bu yüzyıllarda
Osmanlı Devleti’nin yaşamış olduğu olumsuzluklar; sadece kaybedilen savaşlar ve
buna bağlı olarak artan toprak kayıpları ve göçler, içerde yaşanan isyanlar ve
buhranlar, Avrupa devletlerinin Osmanlı’daki gayrimüslimleri bahane ederek iç
işlerine karışmak değildi. Osmanlı şehirlerini ve toplumu etkileyen diğer
önemli hadise 17. Yüzyılda Avrupa’dan sonra 18. ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı’nın
neredeyse bütün vilayetlerine yayılan veba, sığır vebası ve kolera gibi salgın
hastalıklardı. Bu salgın hastalıklar şehirlerde insan ölümüne neden olurken,
salgın hayvan hastalıkları da birçok hayvanın telefine yol açıyordu. Ayrıca yaşanan
hayvan hastalıkları insan sağlığını belirli ölçülerde tehdit eden diğer bir
durumdu.
Osmanlı
Devleti yaşanan bu salgın hastalıklara karşı karantina uygulaması başlattı ve çeşitli
önlemler aldı. Karantinaya “usul-ı
tahaffuz”, karantina mahalleri içinse “karantina hane” veya “tahaffuzhane”
terimleri kullanılırdı. Karantina haneler, bir şehre salgın hastalığın
bulaşmasını veya buradan başka yere bulaşmasını engellemek üzere, şehre giriş
ve çıkış yapacakların sağlık durumlarını kontrol amacını güdüyordu.
Salgınların
Anadolu’yu esaret adlına aldığı dönemlerden biri de 19. Yüzyıldır. Osmanlı Devleti’nin
siyasi, ekonomik ve demografik olarak büyük bir bunalım içinde olduğu bu
yüzyılda veba, kolera, sıtma ve çiçek hastalıkları Anadolu’yu kasıp
kavurmuştur. Devlet salgınları önlemek için büyük çaba sarf etmiş karantinadan
ilaç teminine, hekim, eczacı ve aşıcı tayininden, hastalığa yol açan ortamın
sıhhi teminine kadar önlemler almaya çalışmıştır. Ancak Osmanlı genelinde 1803’de
150 bin, 1813’de 100 bin, 1822’de 150 bin kişi veba salgınından hayatlarını
kaybetmiştir.
Veba
salgınlarından sonra en fazla can kaybı kolera salgınlarında görülmektedir.
KOLERA
SALGINLARI
Osmanlı
Devleti’nde kolera salgınları çeşitli tarihlerde görülmüştür. İlk kolera
salgını 1817-1823 yılları arasında yaşanmıştır. Bu salgınlarda ülkemizde 110
bin kişinin öldüğü düşünülmektedir. Sonrasında yaşanan kolera salgını ise
1829-1849 yılları arasında görülmüştür. Bu ikinci kolera salgınında ölenlerin
sayısı 200 bin olarak tahmin edilmektedir.
1847
yılında Erzurum ve Trabzon’da görülen kolera salgınlarında binlerce kişinin
hayatını kaybettiği ve bu şehirlerin nüfuslarının % 15 oranında nüfus kaybına
uğradığı belirtilmektedir.
1863-1979
yılları arasında yaşanan kolera salgınında ölenlerin sayısının İstanbul’da 30
bini bulduğu belirtilmektedir. Bu afetin
dört ay sürdüğü anlaşılmaktadır.
1893
yılında ortaya çıkan kolera salgınında Adana, Adıyaman, Maraş, Antep ve Tarsus
vilayetlerinde etkili olmuştur. Bu dönemde Tarsus nüfusunun yüzde yirmi
oranında azaldığı belirtilmektedir.
Ancak
kolera salgınına karşı ilk aşı 1913’de Balkan Savaşı’nda Edirne7nin geri
alınması sırasında ordu içinde kolera salgınını ortaya çıkmasıyla oldu. Başarı sağlanınca
kolera aşısı halka uygulandı.
1918
yılında baş gösteren İspanyol gribi de dünya genelinde büyük ölümlere yol açtı.
Ölüm sayısının 50 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. I. Dünya Savaşı
yıllarında bile bu kadar insan kaybı olmamıştır. Bizim askerlerimizin de büyük
çoğunluğu I. Dünya Savaşı sırasında sıtma, tifüs gibi salgın hastalıklardan
hayatlarını kaybetmişlerdir.
Kurtuluş
Savaşı’nda da Türk kuvvetleri sadece düşman askerleriyle değil, mikroplarla da
büyük bir mücadeleye girmiştir. İsmet Paşa, işgalci güçlerin kuvvetlerinden
değil, ellerinde neredeyse sağlam katır bırakmayan sığır vebasından korkuyordu.
Az sayıdaki çalışkan, bilgili ve fedakar veterinerlerimizin sığır vebasına
karşı büyük ve başarılı mücadelesi olmasaydı Garp Cephesindeki mücadelenin
zaferi kesin olmayabilirdi.
Türkiye’de
cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun çok büyük bir bölümü sıtma, verem, frengi,
tifüs, kolera ve trahom gibi bulaşıcı
hastalıklardan kırılıyordu.
Genç
cumhuriyet. Bu hastalıklara karşı bilimsel bir yaklaşımla çok büyük ve çok
yönlü bir mücadele sürdürerek on yıl içinde bu hastalıkları bertaraf etmesini
bildi.
Kaynaklar:
Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi, İstanbul 1991
Halil İnalcık, Tarihçilerin Kutbu İnalcık Kitabı,
İstanbul 2006
http://bianet.org/biamag.
Dünyayı Değiştiren Hastalıklar
Murat Kara, Anadolu ve Civar Bölgelerde Hastalıklar,
TEZ
Ramazan ÇALIK- Muzaffer
TEPEKAYA Birinci Dünya Savaşı Esnasında Anadolu’daki Salgın
Hastalıklar Ve Ermeniler TEZ
2 yorum
Evet tarih sadece "savaşlardan ibaret değil"dır. Araştırmacı-yazar Mithat Abi emeğine sağlık. Selâmlar
YanıtlayınSilDuyarlılığın için teşekkürler sevgili Nedim
YanıtlayınSil