Tarihi Süreç İçinde Eskipazar
Giriş
Ordu yöresinin tarihi derinlikleri araştırıldığında geçmişte
bu bölgede yaşamış birçok farklı kültüre sahip toplumun bulunduğunu ve bu
toplumlardan kalma kalıntı ve isimlerin de günümüze kadar geldiğini görmek
mümkündür.
Bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalardan anlaşılmıştır
ki, M.Ö. yaklaşık 2000’lerden itibaren Orta Karadeniz Bölgesi birçok devletin
egemenliği altına girmiştir. Hititler, Kaşgalar, Amazonlar, Frigler, Kimmerler,
İskitler, Medler ve Persler, Büyük İskender, Pontus Devleti, Roma ve Bizans
İmparatorlukları, Trabzon Rum Devleti, Türk Beylikleri (ki bu yörede özellikle
Danişmendliler, Hacı Emiroğulları ve Taceddinoğulları söylenebilir), Osmanlı
İmparatorluğu ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu topraklarda hüküm süren
siyasi organizasyonlardır.
Böylesi siyasi değişimlere sahne olan bir bölgenin nüfus
yapısının ve kültür kimliğinin değişmesi de kaçınılmazdır.
Kültür kimliği denildiği zaman ilk akla gelen dildir. Yani
eski deyimle lisan. Lisanın yaygın olması ve bölgede çeşitli coğrafi adlara
damgasını vurması o lisanın ticaret dili olup olmamasına da bağlıdır. Nitekim
ilk çağlarda bu topraklarda yaşamış çok çeşitli kavimlerin dillerinden günümüze
kadar gelen ticaret dili olarak kullanıldığı için yalnızca Grekçe olmuştur.
M.Ö. 600’ler civarında kurulan Helen kolonilerinin bu coğrafyada ticaret dili
olarak Grekçeyi kullanması, daha sonra da Bizans döneminde bu dilin resmi dil
olarak kullanılması, bölge kültürünü önemli ölçüde etkilemiştir. Ülkemizdeki
Türkçe olmayan adlandırmaların da büyük bölümü bu kültüre aittir.
Orta Karadeniz Bölgesinin kültürel kimliğinde ikinci büyük
değişiklik Türklerin bu bölgeye yerleşmesi ve yurt tutmalarıyla başlamıştır. Bu
yöreye Türklerin en yoğun olarak geldikleri ve çeşitli köy ve kasabalar
kurdukları dönem 11. ve 16. yüzyıllar
arasıdır. 11. yüzyıldan itibaren yörenin kültürel kimliği büyük oranda
değişmeye başlamıştır. Bu süre de bin yıllık uzun bir süredir.
Yöreye gelen Türkler, kendilerinden önce kurulmuş olan köy
ve kasabaların adlarını genellikle değiştirmemişlerdir. Nitekim Karadeniz
Bölgesinde, hatta Anadolu’da Türklerin gelmesinden önce kurulmuş köy ve
kasabalar fethedilerek ele geçirilse bile ve hatta nüfus yapısı tamamen değişse
de, bazı ara dönemlerin uygulamaları haricinde yerleşkelerin eski adları olduğu
gibi kalmıştır.
Coğrafi adlar kültürümüzün tapusudur
Ancak Türkler, bizzat kendi kurdukları köy ve kasabaların,
yakın çevrelerindeki mevkilerin ve yaşadıkları çevredeki coğrafi oluşumların
adlarını, kendi dillerinden vermişler ve kültürel kimliklerini bu coğrafyaya
kazımışlardır.
Orta Karadeniz Bölgesinin Türk iskânına açılması
Danişmendliler ve Hacı Emiroğulları zamanında başlamıştır. Danişmendlilerin
ileri karakol olarak kullandıkları ve Hacı Emiroğulları Beyliği’nin kuruluş
merkezi olan Mesudiye’deki Milas Kalesi çevresindeki dağ adları çok ilginçtir.
Türkiye’nin hiçbir bölgesinde böyle bir adlandırmaya rastlanmaz. Erdembaba,
Dumanbaba, Karababa, Kılıçbaba, Sarıbaba,
Akbaba, Karaaslan ve Hüseyindede gibi adlandırmalar bu tepeler etrafında
kümelenen Türkmenlerden günümüze kadar gelen adlardır. Ayrıca bu tepelere ait
efsaneler de söylenegelmiştir.
Yörede tepelere verilen adlar bunlarla da sınırlı değildir.
Ulubey’ın yakınlarındaki Şayip Tepesi ve Fermüde Tepesi de buralarda yurt tutan
Türkmen beylerinin adlarını taşımaktadır. Türk halkı, bu topraklara
tutunmalarını sağladıklarına inandıkları şahsiyetleri o kadar kutsamıştır ki,
bu tepelerde yatanları kendi kültürlerinde evliyalaştırmış, onları
çaresizliklerinin çaresi olarak görmüşler ve bu tepeleri ziyaretgâh haline
getirmişlerdir.
Bölgede Türkmen adlarının bir kısmı da idari birimlere
verilmiştir. Ebulhayr Kethüda, Şemseddin Kethüda, Sevdeş Bey, Alibeğce, Pir
Aziz, Satılmış-ı Bayram, Satılmış-ı Mezid Bey, Mehmet Çamaş ve daha adlarını
saymadığımız nice şahsiyet.
Ordu yöresindeki yerleşke, mevki ve diğer coğrafi
adlandırmalar çok büyük bir ölçüde Türkçe adlardan oluşmaktadır. Bu adlar,
coğrafyamızın tapuları gibidir.
Ordu ve yöresi
yerleşme adlarının büyük kısmını boy, oymak ve kişi adlarına dayanan yer adları
teşkil etmektedir. Bunlardan Oğuz-lu, Çepni-lü, Döğer, Eymür, Karkın,
Alayundlu, Bayadı, Bayındır, Iğdır, Yüregir gibi Oğuz boylarına ait isimler ilk
anda dikkat çekmektedir. Ordu yöresinin genellikle Çepniler tarafından
Türkleştirildiği yazılmakta ise de, daha Fatih devri tahrir defterinde
yukarıdaki Oğuz boylarının adına rastlanabilmesi, bölgeyi Türklere açma
hareketi içinde, Çepnilerden başka birçok Oğuz boyunun rol oynamış olduğunun
kanıtıdır.
Bu boy adlarından sonra, bir yığın oymak ve şahıs adları da
kullanılmıştır. Kara-Hamza-lu, Saru-İlbeğ, Uzun-Mahmud, Ulu-Beğ, Şeyh-Abdullah,
Sevdeş-lü, Ece-lü, Danişmend-lü, Kutlu, Arslanlu gibi yüzlerce isim yerleşke
adı olarak kullanılmaktadır.
Türkler, üzerinde yaşamaya başladıkları tabiatı gözlemişler,
onu tanımışlar ve onda keşfettiklerini kendi dilleriyle tasvir etmişlerdir.
Akyazı, Akköy, Karaağaç, Karapınar, Karagöl, Kızılin, Kızılcasu, Sarukır,
Alaağaç’larla doğadaki renkleri dile getirirken; Taşluca, Kayaköy, Taşlık, Çorak
ve Kıraçkaya’larla doğanın hırçınlığını; Elmalu, Armutini, Çınarlu, Yassıbahçe,
Fındıklu, Söğütöze ve Çayırlu’ larla bitki örtüsünü, Ilıca, Küre, Şabhane’
lerle yer altı zenginliklerini ifade etmeye çalışmışlardır. Depecük,
Eğriceyurd, Kuyudibi ve Çatak’ da tabiatın engellerini hissetmişlerdir.
Yağmurluca’da ıslanmış, Kuzbelen’de ve Kuzköy’de ürpermiş, Meydancık ve
Uluoba’da nefes almışlar, Güney’de ve Şems’de ısınmışlardır.
Ordu ve yöresinde çeşitli hayvan adlarıyla adlandırılan yer
adlarına da rastlanıyor. Toplam yer adlarını teşkil eden adlar arasında Karga,
Sığır obası, Eşeklü, Katırköy, Çakallu, Kurdlu, Balıklu, Geyikini ve Turnasuyu
gibi isimler yer almaktadır.
Meslek isimleri de yer adı olarak kullanılmıştır. Derzilü,
Okçulu, Yaycılu, Kazancı, Kovancı, Kaşukçu, Sengsatan, Ahursalar, Mirahur,
Çobanalanı gibi isimler, mesleklerden gelen yer adlarına örnek olarak
gösterilebilir.
Türkmenler yaşadıkları bölgelere etnik damgalarını
vurmuşlardır.
Coğrafyamızın tapusu haline gelmiş olan bu adları yaşatmak,
Ordulular olarak bizlere sorumluluk yüklemez mi? Kuşkusuz yüklemelidir. Bu konudaki
sorumluluğumuz da Ordu kent merkezinden başlamalıdır.
Ordu yerleşkesi adının verilmesi
Gelelim Ordu kent merkeziyle ilgili tespitlerimize. Ordu
yerleşkesi de yukarıda bahsettiğimiz köy ve idari birimler gibi Türkmenler
tarafından kurulmuştur. Hatta Oğuz
Türkleri tarafından Karadeniz Bölgesi’nde kurulan tek il adıdır.
Ordu kentinin adının nasıl verildiği, Osmanlı Tahrir
Defterlerinin günümüz Türkçesine çevrilmesiyle açıklığa kavuşmuş ve bu konuda
ileri sürülen diğer görüşler büyük oranda çökmüştür.
Ordu, Türkçe bir kelimedir. Sözlük anlamı, bir devletin
silahlı kuvvetlerinin tümü veya bu kuvvetlerin bir bölümüdür. Amaç ve
nitelikleri yönünden benzer insan topluluklarına ve çok sayıda kalabalığa da
bazen ordu denildiği olur.
Ordu, Osmanlı arşivlerindeki belgelere göre Türkler
tarafından kurulmuş bir yerleşkedir. İlk çağ ve Orta çağda bugünkü Ordu’nun
kurulduğu yerde aynı adla anılan antik bir kalıntı yoktur. Günümüzde Ordu
yakınlarında Bozukkale olarak adlandırılan antik “Kotyora”nın Ordu ile hiçbir
tarihi bağlantısı bulunmamaktadır.
Ordu yerleşkesi, yöreyi Türkleştiren Hacı Emiroğulları
tarafından kurulmuştur. Kentin ilk nüvelerinin atılması Hacı Emiroğulları
Beyliği’nin en parlak dönemi olan Süleyman Bey zamanıdır. Beyliğin kurucusu
Bayram Bey’dir. Onun oğlu Hacı Emir Bey
ve Emir Bey’in oğlu Süleyman Beydir. Süleyman Bey, babası ve dedesinin yaklaşık
yüz yıldan fazla mücadeleleri sonucu geniş bir araziye sahip olan beylik
sınırlarını daha da genişletmiştir. Batıda Tacettinoğulları Beyliği’nin büyük
kısmını kendi beyliğine bağlayan Süleyman Bey, sonra da Mesudiye yöresinde
yoğunlaşmış bulunan Türkmen oymaklarını sahillere yerleştirmek için bölükler
oluşturmuştur. Bu bölüklerin her birine kendi komutanlarını atamış ve
Giresun’un batı ve doğu kısımlarını tamamen beylik sınırları içine aldıktan sonra
Türkmenlerin buralara iskânını sağlamıştır.
Bölgenin tamamen fethinden sonra, sıra beylik topraklarının
ortasında kalan Giresun kalesinin alınmasına gelmiştir. Süleyman Bey,
karargâhını 1396 sonbaharında günümüzdeki “Eskipazar”a kurmuştur. Bu yerleşkeye
de “Nefs-i Ordu bi-ism-i Alevi” adı verilmiştir. Günlerce bu karargâha asker
toplanmıştır. Nihayet Ordu’da toplanan ve sayıları on iki bine ulaşan ordunun
oluşmasıyla Giresun’un fethi için sahilden yola çıkılmıştır. Süleyman Bey 1397
ilkbaharında Giresun’u da fethederek Türkmenlerin iskânına açmıştır. Bu
tarihten itibaren günümüzdeki Eskipazar’da bulunan yerleşkeye “Nefs-i Ordu”
denmiştir.
Bilindiği gibi Türkmen beylerinin ikamet merkezilerine
“Ordu” denildiği çok sık rastlanan bir olaydır. Örneğin Tacettinoğulları
Beyliği’nin merkezi Niksar iken, kışlak olarak kullandığı bugünkü Çarşamba’ya
bağlı Ordu Köyü de aynı Türkmen geleneğinden gelen bir adlandırmaya sahiptir.
Benzer bir Ordu Köyü de 15. yüzyıldaki Canik Sancağı’nın en
doğusunda yer alan “Satılmış-ı Mezid Bey” Nahiyesi’ndeydi. Satılmış-ı Mezid Bey,
bu sancağın önemli idari birimlerinden birisiydi ve bu birime yaklaşık 90 köy
bağlıydı. Günümüzde yörenin merkezi olan Fatsa, o yıllarda bazı ticari ve sınaî
faaliyetlere sahne olan önemli bir köy durumundaydı. Yöredeki yerleşme
yerlerinden Ordu ve Bolaman “nefs” olarak zikrolunmuşsa da, her ikisi de
şehirlere has özelliklere sahip olmaktan uzaktılar. Ordu’nun önemi (Günümüzde
Fatsa’da Eskordu/Eski Ordu olarak anılan köy), muhtemelen bu kırsal nahiyenin
merkezi –ki “nefs” olarak anılması da
bununla ilgili olmalı- ve yörede subaşılık yapan Mezid Bey’in kardeşi Beyazıd
Bey’in ve yakınlarının 15. ve 16 yüzyıllarda yaşadığı yer olmasından
gelmekteydi.
Bundan da Türkmen beylerinin yönetici olarak oturduğu
yerleşkelere “Ordu” ismi verildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtildiği gibi, Hacı Emiroğlu Süleyman Bey’in
karargâh kurduğu ve Giresun’u fethetmek için asker topladığı, günümüzdeki
Eskipazar mevkii, 1396 tarihinden itibaren çevredeki halk arasında ve Tahrir
Defteri kayıtlarında “Ordu” olarak adlandırılmıştır.
Tarihi süreç içinde bu ad hiç değişmemiştir. Kimi zaman
Bayramlu-yı Ordu, kimi zaman Nefs-i Ordu, kimi zaman da Canik-i Bayramlu-yı
Ordu olarak söylenegelmiştir. Osmanlı belgeleri olan Tahrir Defterleri, Avarız
Defterleri, Mühimme Defterleri, Ceride Defterleri, Salnameler ve Kadılara
gönderilen hükümlerde Ordu kent merkezi için hep bu adlar kullanılmıştır.
17. yüzyılın başlarına kadar Ordu kazasının yönetim merkezi
günümüzde Eskipazar olarak adlandırılan yerdeydi ve “Nefs-i Ordu” olarak
anılmaktaydı. Bu yüzyılın başlarında iyice şiddetlenen isyan ve olaylar
nedeniyle adına tarihte “Büyük Kaçgun Dönemi” denilen süreç içinde meydana
gelen nüfus krizi ve bazı yerleşkelerin dağıtılması veya terk edilmesi sonucu
yapılan yeni mülki düzenlemeler sonucunda Ordu kazasının yönetim merkezi
Bucak’a taşınmıştır. Ordu adı, bu tarihten 1879 yılına kadar bir yerleşke adı
değil, kazanın coğrafi adı olarak anılmıştır.
Bucak’ta bu tarihten itibaren kasabalaşma süreci başlamış,
iskele, cami ve çarşamba günleri kurulan yeni pazar yeri ile bu süreç
hızlanmıştır. Ordu şehrinin ilk nüvesinin atıldığı ve Ordu adının verildiği yer
ise bu tarihten itibaren yeni pazarın kurulmasıyla “Eskipazar” olarak anılmaya
başlanmıştır.
1869 yılında Bucak kasabasında Belediye Teşkilatı’nın
kurulmasını müteakip, Kaymakam İbrahim Bey’in başkanlığında toplanan “Kaza
İdare Meclisi” o tarihe kadar “Bucak” adını taşıyan şehre, halk arasında yaygın
olarak kullanılan “ORDU” adının
verilmesini kararlaştırdı.
Ordu yöresindeki en eski vakıf; Bayram Bey Camii
Osmanlı belgelerinde 17. yüzyılın ilk çeyreğinde terk
edildiği anlaşılan Eskipazar’daki yerleşke ve buradaki cuma camisi ve diğer
kalıntılar zaman içinde iyice yıpranmıştır.
Eskipazar’daki Caminin varlığı ve yaşatılması için yöredeki
en eski vakfın kurulduğu 1455 tarihli Osmanlı Tahrir Defterlerinde ve daha
sonraki yüzyıllarda düzenlenen Avarız Defterlerinde de açıkça belirtilmektedir.
1642/43 yılına ait yöreyle ilgili Avarız Defterinde, söz konusu caminin ilk
onarımının o yıllardaki çevre köylerden toplanan 20’den fazla ustanın
çalıştırılmasıyla yapıldığı, Bucak ve Karakarlı köylerinin bu caminin bakım,
onarım ve ihtiyaçlarının karşılanmasından sorumlu oldukları, bu sorumlulukları
karşılığında her iki köyün de vergiden muaf tutuldukları açıklanmaktadır.
Söz konusu belgede Osmanlı yönetiminin caminin onarılması
konusundaki kararlılığı da dikkat çekmektedir. Belgenin günümüz Türkçesine
çevirisi şöyledir:
“Ordu Bayramlı
Kazası’nda bulunan eski beylerbeyi evkafından (Hacı Emiroğulları Vakfı) olan
caminin her türlü bakımı ve tamirini yapmak, imam ve müezzinin aylıklarını
ödeme karşılığında Bucak Köyü vergiden muaf tutulmuştu. Yeni vergi yazımında
hizmetleri devam eden haneler, hizmetlerine devam etsinler. Camiye hizmet
etmeyenler vergi verecek hane olarak kaydedilsin. Fermanı mütalaa edilerek
harap olduğu açıkça görülen bu kadim camiden dolayı görevini yapmayan ahali
vergi verecekler hanesine yazılmalı. Caminin bakım ve onarımı için başka köyler
tayin edilmeli. Yoksa cuma ve bayram namazları kılınamaz hale gelir. Padişah
Hazretlerinin devam-ı devletleri için iki yüz seneden beri dua edilen bu eski
caminin harap olması uygun değildir. Bucak Köyü vergi hanesine yazılarak bu
görev kendilerinden alınıp Serdar Ahmet Ağa başkanlığında Yeniçeri Hüdaverdi
mutemet olacak şekilde yeni görevliler tayin edildi. Bu görevliler, adı geçen
caminin bakım, onarımını yapmak, müezzin ve hatip vazifelerini eda eylemek
üzere vergiden muaf tutulacaklardır. Görevlerini yapmadıkları zaman, yeniden
vergi hanesine yazılacaklardır.” (1642 Tarihli Avarız Defteri)
Aynı cami, 1782–83 yılında da ( Hicri 1197) o zaman Ordu
Kazası’nın bağlı olduğu Karahisar-ı Şarki Mutasarrıflığı’nca da onarılmıştır.
Mutasarrıf Battal Hüseyin Paşa camiyi onartarak bir de kitabe yazdırmıştır.
Peki, Orduluların bu kenti kuran Hacı Emiroğlu Süleyman
Bey’e bir vefa borçları yok mu? Elbette olmalıdır.
Son yıllarda Ordu tarihi ve Eskipazar’daki tarihi
kalıntılarla ilgili çok güzel gelişmeler olmuştur. Bu konuda duyarlı
insanlarımızın yıllardır dillendirdikleri Orta Karadeniz Bölgesini Türkleştiren
Hacı Emiroğulları’ndan kalma Eskipazar’daki “Bayram Bey Camii” ve çevresiyle
ilgili tapu tescilinin yapılması ve sonra da “ata yadigârı” bu kalıntılara
sahip çıkılması isteği, İl Kültür Müdürlüğümüzün çabaları ile sonuç
vermiştir.
Bu olumlu gelişmeler, 2013 yılında İl Kültür Müdürlüğünün
Eskipazar camisinin restorasyon işlemlerini başlatabilmek için buranın vakıf
olup-olmadığına yönelik ''bir kayıta ulaşabilir miyiz'' yönünde Osmanlı
Arşivleri Uzmanı hemşerimiz Adnan Yıldız’dan yardım istemesiyle başladı. Adnan
Yıldız, arşivlerde uzun taramaların sonunda 22.Z. 1135 (Hicrî) / 23.09.1723(
Miladi) tarihli ve Osmanlı Arşivlerinde, Dosya No: 249 Gömlek No:12415 Fon
Kodu: C.EV ve Yine 27.S. 1128 Hicrî/ 21.02.1716 Miladi ve Dosya No: 69 Gömlek
No: 7430 Fon Kodu: İE. EV. olarak Osmanlı Arşivlerinde kayıtlı bir başka
belgeyi buldu. Bu belgelerde Eskipazar’da bulunan Bayram Bey Camii'nin vakıf
olduğuna dair bilgiler bulunmaktaydı.
Osmanlı Arşivleri Uzmanı Adnan Yıldız, bu belgeleri İl
Kültür Müdürlüğü’ne ulaştırdı. İl Kültür Müdürlüğü, bu bölgelerle vakıflara
müracaat etti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü de bu belgelere dayanarak Eskipazar
Köyü tapusuna dâhil olan “Bayram Bey Camii” ile çevresindeki Parsel no: 112 ve
yüz ölçümü 14.823 m2’lik (yaklaşık 15 dönüm) araziyi köyün tapusundan alarak
vakıflara geçirdi. Yani cami ve 15 dönümlük yakın çevresinin vakıf eseri olduğu
tescillendi. Daha önemlisi Hacı Emiroğulları Beyliği’nin kurucusu Bayram Bey’in
adı da tescillenmiş oldu. Bu durum çok önemlidir. Çünkü artık buranın asıl
sahibi ortaya çıkmıştır. Bu tarihi
caminin restorasyonu konusunda bir engel de kalmamıştır.
Eskipazar’daki bu tarihi caminin ahşap oymalı ve bulunmaz
bir sanat eseri olan giriş kapısı ne yazık ki bulunduğu yerde muhafaza
edilememiş ve Ankara Etnografya müzesine taşınmıştır. Bu büyük bir
talihsizliktir. Bu yetmiyormuş gibi son yıllarda bölgedeki mezar taşları bile
korunamamış, Civil suyunun taşkınları sonucu mezarlık tahribata uğramıştır.
Üstüne üstlük öz be öz Türkmen kalıntısı olan cami ve hamam kalıntıları ve
mezarlığa yeterince sahip çıkılamamış, bir fiske bile vurulmaması gereken bu
tarihi dokunun içine sanki başka yer yokmuş gibi bir de imam lojmanı
yapılmıştır. 1. Derecede tarihi sit alanı içinde yaptırılmış olan bu lojman
derhal yıkılmalıdır
.
.
Zamanla botanik bahçesi de kaldırılmış, burada bir şehir
hastanesi yapımı için girişimlerde bulunulmuştur. Gerek Ordu yerel basınının ve
özellikle de Ordu Olay Gazetesi’nin, gerekse sivil toplum kuruluşlarının ve
sosyal medyanın bu konudaki mücadelesi nihayet olumlu sonuç vermiş ve burada
hastane yapımından vazgeçilmiştir. Demokrasinin en önemli kurallarından birisi
olan sivil toplum kuruluşlarının ve basının itirazlarını dinleyen yetkililere
teşekkür ediyoruz. Ancak botanik bahçesine harcanan milyonlarca lira hepimizin
sırtına yüklenmiştir.
Hacı Emiroğullarına vefa borcumuz vardır
Bütün bu gelişmeler tarihimize saygı ve vefayı gerektirir. O
halde ne yapılmalıdır? Tarihsel kültürümüzü kentimizin merkezine işlemeliyiz.
Batılı bir ülke kentindeki kültürel dokuyu alıcı gözle
izlediniz mi? Benim böyle bir imkânım olmadı. Ancak görsel ve yazılı medya ile
sinema filmlerinden gördüğüm kadarıyla batı kentleri hakkında bilgi sahibiyim.
Buralarda kendi ülkelerinin tarihi dokusunu yansıtan anıt ve heykellere,
kültürel değerlerini sembolize eden yapılara sıkça rastlamak mümkün. Özellikle
İtalya’daki Roma uygarlığından kalma heykellere bayılırım. Onları gördüğümde
benzerlerinin ülkemde sadece antik kent kalıntılarında rastlanmasına
hayıflanırım. İnsan ruhundaki zarafeti yansıtır heykeller. Uygarlığın bir
ölçüsüymüş gibi gelir bana.
Heykel kültürü bize cumhuriyetle birlikte girmiştir. Osmanlı
dönemine ait çok kaliteli ve kültürel değeri olan anıtlarımız ve tarihi dokumuz
varsa da, heykellerimizin pek yaygın olduğu söylenemez. Çocukluğumdan beri
belleğimde yer eden Samsun’daki Atatürk heykeli, Afyonkarahisar’daki Zafer
Anıtı, Ankara Ulus’taki Atatürk Anıtı
gibi tarihi olayları simgeleyen eserler, sayıları az da olsa bende derin izler
bırakmıştır. Onları gördüğümde “harbe” gidip bir daha dönmeyen, hiç tanımadığım
ve öyküleriyle büyüdüğüm yakınlarım aklıma gelir. Garip bir duygudur bu.
Anlamayan, bu duyguyu hissedemez.
Ben, Eskipazar’daki cami ve diğer kalıntıların artık
sahipsiz olmadıklarından emin olmak istiyorum. Ordu kentinin ilk nüveleri olan
buradaki tarihi kalıntıların kaybolmasını hazmedemiyorum.
Eskipazar’daki kalıntıların korunması için emek harcayan
herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. Ama buraya Bayram Bey’in, Hacı Emir
Bey’in veya Ordu kentini kuran Hacı Emiroğlu Süleyman Bey’in İl Kültür
Müdürlüğünce de 2013 yılında projelendirilen heykelinin dikilmesinin bir vefa
borcu olduğunu düşünüyor ve Büyükşehir Belediyemizin bu konuya el atmasını
umuyorum.
***
KAYNAKÇA:
YEDİYILDIZ Bahaeddin –ÜSTÜN Ünal, 1455 Tarihli Tahrir
Defteri
YILDIZ Adnan, Osmanlı Belgelerinde Ordu
ÖZ Mehmet- ACUN Fatma, 1642 Tarihli Avarız Defteri
Devleti-i Aliyyeyi Osmaniye Salnameleri (1846-1868 arası)
Trabzon Vilayet Salnameleri (1869-1910 arası)
BAŞ Mithat, Ordu Yöresi Tarihi, Ordu 2012
SÜMER Faruk, Oğuzlar, İstanbul 1990
0 yorum