Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Refik Saydam
HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ VE REFİK SAYDAM
Ekonomik
olarak kalkınmanın en önemli şartı, bireylerinin sağlıklı olarak yaşamlarını
sürdürdükleri bir toplum düzenidir. Üreten ve emeğini ortaya koyup çalışan
kesimin sağlıklı olmaması, üretimin istenilen seviyelere gelmesini de
engellemektedir. Cumhuriyetin ilk
yıllarında makineleşmenin yok denecek kadar az olduğu dönemlerde bedensel güce
dayanan üretim şekli sağlıklı bireylerin olması gerektiğini kaçınılmaz
kılmıştır.
1930’lu
yıllara kadar toplumlun genelini ilgilendiren bir sağlık yasası yoktu. Genç Cumhuriyet önce sağlık konusunda yasal düzenlemeler yapmayı zorunluluk olarak gördü. Bu nedenle Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nu çıkardı. Bu kanun, tüm toplumun sağlığını
ilgilendiren konularda düzenleme yapan bir kanundur. Kanunun hazırlanmasında, ülkemizdeki sağlık politikalarının belirlenmesinde ve bu konuda adımlar atılmasına öncülük eden Dr. Refik Saydam’dır.
Refik
Saydam (1881-1942) İstanbul’da doğmuştur. Askeri tıbbiyeyi bitirdikten sonra
Almanya’da tıp eğitimini geliştirmiştir. Uzun yıllar ordu içinde görevler
yapmıştır. 1919’da 9. Kolordu Sağlık Müfettişi sıfatıyla Mustafa Kemal’le
birlikte Samsun’a çıkan heyet içinde o da vardır. Erzurum ve Sivas Kongrelerine
katıldıktan sonra TBMM'nin kuruluşunda da yer almıştır. Siyaset yaşamı 1920’de
Doğu Beyazıt Milletvekili olarak başlamıştır. Milli Savunma Vekayeti'ne bağlı Sıhhiye
Dairesi Başkanlığı yapmıştır. II. Dönemde İstanbul Milletvekili olarak
seçilmiş, aynı yıl Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili (Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanı) olmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk sağlık bakanı olan Refik Bey, 14 yıl sürecek olan bu
görevde sağlık hizmetlerinin temellerini atmıştır.
1924’de
Ankarada ve daha sonra Erzurum, Diyarbakır, Sivas ve diğer birçok ilde memleket
hastaneleri, doğum ve çocuk bakım evleri açtırmıştır. Ayrıca bu konuda eleman
yetiştirilmesine önem vererek sağlık kursları, tıp öğrenci yurtları ve 1928
yılında Hıfzıssıhha Enstitüsünü ve mektebini, İstanbul ve Ankara’da verem savaş
dispanserlerini kurmuştur.
Medeni
Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk kendisine
“Saydam” soyadını vermiştir. 1931-1938 yıllarında zaman zaman Eğitim ve Maliye
bakanlıklarına da vekâlet etmiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra İçişleri
Bakanlığı da yapmıştır. Refik Saydam, 15 Yıl Kızılay Başkanlığı da yapmıştır. 1942
yılında ölmüştür.
Dr.
Refik Saydam’ın Sağlık Bakanlığı sırasında Nazi Almanyası’nın dışladığı ünlü
çocuk doktoru Prof. Dr. Albert Eckstein ve eşi Dr. Erna 1935 yılında Ankara’ya
sığınmışlardır. Sağlık Bakanı Refik Saydam, onları memnuniyetle karşılamış ve
Ankara Numune Hastanesi’nde bilisel çalışmalar yapmasını teşvik etmiştir. Dr.
Eckstein ülkenin sağlık envanterinin çıkarılmasında da yardımcı olmuştur. Dr. Eckstein önderliğinde iki
yıl süren örneklem yöntemiyle seçilmiş yüzlerce köydeki tarama ve anketler çok
ilginç sonuçlar göstermiş ve sağlık politikalarının belirlenmesinde önemli
katkılar sağlamıştır.
Dr. Refik Saydam, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti (Sağlık
Bakanlığı) görevinde bulunurken (1920-1938) şu dört ilkeyi kendisine düstur
edinmiştir;
I.
Sağlık
hizmetlerinin tek elden yürütülmesi
II.
Koruyucu
hizmetlere öncelik verilmesi
III.
Tıp
ve diğer sağlık personelinin eğitimi
IV.
Bulaşıcı
hastalıklarla mücadele
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ülkenin
Sağlık Durumu
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllarca işgalci kuvvetlere karşı verdiği
savaşın sonrasında mücadele etmek zorunda kaldığı bir diğer konu ise
hastalıklardır. Yoksulluğun da beraberinde getirdiği bulaşıcı hastalıklar çok ciddi
boyutlara ulaşmış ve toplumumuzu olumsuz etkilemiştir.
Cumhuriyetin
ilk yıllarından itibaren ülkenin en büyük sağlık sorunlarından birisi trahom
hastalığıdır. Bu hastalık, göz kapaklarının içini döşeyen zarın üzerinde
başlayan ve devam ettiği süreçte körlüğa bile sebep olan bulaşıcı bir
hastalıktır. 1930 yılında Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili Refik Saydam, Doğu
ve Güneydoğu illerinin bazılarında bu hastalığın halkın % 90’ına bulaştığını belirtmiştir.
O yıllarda ülke genelindeki trahom sayısının 2,5 milyonu bulduğu
belirtilmektedir.
Diğer
bir önemli hastalık ise sıtmadır. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusu bu
hastalıktan büyük zararlar görmüştür. Dört sene içinde ordunun sıtma vakaları
tahmin edilemeyecek derecede yükselmiştir. I. Dünya Savaşı’nda ordu sağlık
kuruluşlarının araştırmalarının yaptığı kan muayenelerine göre sıtma
hastalığına yakalanma oranı Samsun bölgesinde % 70, Ordu’da % 50, Toros
tünellerinde çalışan insanlarda % 50, Söke civarında % 44, İzmir’de % 72,
Denizli’de % 90’dır.
1920’li
yıllarda halkın büyük bir kısmı birkaç gün işe gelmemeye veya günün birkaç
saatini sıtma nöbeti geçirmeye mahkûm olmuştur. O yıllarda neredeyse sıtmanın
girmediği ev kalmamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında her yıl Akdeniz
Bölgesinde 10.000, Karadeniz Bölgesi’nde 5.000 kişi sıtmadan hayatlarını
kaybetmekte idiler.
Verem
hastalığı da cumhuriyetin ilk yıllarında toplum sağlığını tehdit eden önemli
hastalıklardan birisiydi. 1930’lu yıllar bu hastalıkla toplumsal ve yerel
mücadelenin yapıldığı yıllar olmuştur.
1928
yılında 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun”
çıkararak sağlık personelinin yetki ve sorumlulukları belirtilmiş ve hizmet disiplin
altına alınmıştır.
1930
yılında sağlık hizmetlerinin anayasası niteliğinde olan 1593 sayılı “Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu” çıkarılmış ve böylece sağlık hizmetlerine ait politikaların ve uygulamaların
esasları belirlenmiştir.
Bütün
bunlara ek olarak yardımcı kanunlar ve nizamnameler de düzenlenmiştir. Bu kapsamda;
Rusumu Sıhhıye Kanunu, Devlet Kinin Kanunu, Türk Kodeksi Kanunu, Tabiplerin sıtma
stajı Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Kanunu, Tabiplerin
mecburi Hizmet Kanunu, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti Teşkilat ve Memurin Kanunu
gibi kanunlarla bunlara uygun düzenlenmiş tüzük ve yönetmelikler belirtilebilir.
Yapılan
bu yasal düzenlemeler zaman içinde semeresini vermiş ve genç cumhuriyet
halkının sağlık sorunlarının büyük ölçüde üstesinden gelmiştir. Bu başarıları
şu şekilde özetlemek mümkündür:
I.
27
Mayıs 1928’de “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü” adıyla Türkiye’de ilk halk
sağlığı laboratuarı hizmete girmiştir. Enstitü hızla yayılan enfeksiyon
hastalıklarıyla mücadeleye başlamıştır.
II.
1931
yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG aşısı üretimine başlandı. 1932 yılında
serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu dışarıdan serum
ithalatı durduruldu.
III.
1933
yılında Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı. 1934 yılında İstanbul
Aşıhanesi, enstitü bünyesine nakledildi. Çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını
karşılayacak düzeye getirildi. 1935 yılında Farmakoloji şubesi kurularak yerli
ve yabancı ilaçlarile diğer hayati maddelerin kontrolüne başlandı.
IV.
1936
yılında Hıfzıssıhha Okulu açıldı. 1937 yılında kuduz serumu üretilmeye
başlandı. Aynı zamanda enstitünün İlaç Kontrol Şubesi, devletin ilacını
denetledi. Bu durum, ilaç firmalarının korkulu rüyasıydı. Aşı ve Serum Şubesi
Müdürlüğü, Difteri, Boğmaca, Tetanos ve her türlü tedavi anti-serumunun
üretildiği bölümdü. Bakteri besi yerleri büyük cam galonlar içinde imal edilir,
oda kadar büyük tarihi otoklavların içinde sterilize edilirdi. Üretilen anti
serumlar içinde akrep ve yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı
kangren anti serumları da vardı. Enstitü, 1940’lı yıllarda Ortadoğu ülkelerine Tifüs
aşısı satacak duruma gelmişti.
V.
1942
yılında tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı. 1947 yılında Biyolojik
Kontrol Laboratuarı kuruldu. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açıldı. 1948
yılında ülkemizde ilk defa boğmaca aşısı üretimi yapıldı.
VI.
1950
yılında İnfluenza (Grip) Laboratuarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslar
arası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı. 1951 yılında ilk kez
antibiyotiklerin ve bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başlandı.
VII.
1954
yılında İlaç Kontrol Şubesi kuruldu. 1956 yılında tetanos aşısı daha modern
yöntemlerle üretilmeye başlandı. 1958 yılında ilk kez frenginin modern
yöntemlerle teşhisi ele alındı.
VIII.
1966
yılında Kolera Referans Laboratuarı kuruldu.
IX.
1974
yılında Mikoloji Laboratuarı açıldı.
X.
1984
yılında Zehir Danışma Merkezi ve 1987 yılında AIDS Araştırma Merkezi açıldı.
Sonuç olarak bu
çalışmalar sonucunda genç Cumhuriyet;
tifo, tifüs, verem, difteri, boğmaca, sıtma, kuduz, lekeli humma, kızıl,
kızamık, suçiçeği, grip, nezle, menenjit, veba
gibi birçok salgın yapabilecek hastalığı tarihe gömmüştür.
***
Hıfzıssıhha
Enstitüsü 2 Kasım 2011 tarihinde 663 sayılı kararname ile kapatıldı.
Kaynaklar:
Dr.
Müslim DEMİR, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Üzerine Bir İnceleme, Makale 2019
Tuğluoğlu,
Umumi Hıfzısıhha Kanunu Üzerine Bir İnceleme 2021 2008:353-354
4 yorum
Eline sağlık babacığım, son iki makalen salgın nedeniyle tüm insanlığın
YanıtlaSilzor günler geçirdiği bu dönemde oldukça aydınlatıcı.
Teşekkürler sevgili Yıldız
SilElinize ve emeğinize sağlık, içerik olarak çok zengin ve eşsiz bilgiler var. Bilimin insan yaşamındaki etkisini ve sağlık tarihimizden kesitleri çok güzel kaleme almışsınız. Araştırmalarınızın devamı dileğiyle, sağlıklı ve güzel günler. Mürteza GÜLER
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum sevgili Mürteza.
Sil