Mesudiyeli Mübadiller
Mart 01, 2019 Mithat Baş Tarih Araştırmaları 2 Yorum Kategori : Ksenophon , mesudiye tarihi , Mithat Baş tarih araştırmaları , mübadiller , ordu tarihi , Ortodoks Türkler
Osmanlı döneminde gayrimüslim nüfus, yüzyıllar içinde değişik bölgelerde istihdam edilmişse de özellikle 14. ve 15. Yüzyıl kayıtlarına göre bunların Ordu yöresinde yoğun olarak yaşadıkları tek yer Mesudiye idi. Türkler Ordu bölgesini ele geçirdiklerinde bölgede yaşayan gayrimüslim nüfusun Karadeniz Bölgesi’nin doğusuna, Trabzon istikametine çekildiklerini anlıyoruz. Çünkü Osmanlı belgelerinde görülmektedir ki buralarda Mesudiye haricinde pek gayrimüslim nüfus kalmamıştı.
Peki, kimdi bu gayrimüslim nüfus diye adlandırılanlar?
Bu soruyu yanıtlamak için biraz tarihin derinliklerine
inmek gerekir.
M.Ö. 323 yılında Büyük İskender’in ölümü “Helenistik
dönem” denilen yeni bir dönemi açmıştır. Bu dönemin ayırt edici özelliği,
birbirinden çok farklı ve karışık toplulukların ve onların uygarlıklarının
birbiriyle karışarak yeni bir potada, dili Helen dili olan yeni bir oluşum
meydana getirmesidir. Bu dönemde Helenlerin barbar ülkesi olarak
adlandırdıkları Pontus (Karadeniz kıyıları) Kapadokya ve Paphlagonia
bölgelerindeki yerel halklar yönetim ve pazar dilini elinde bulunduran Helenler
karşısında yerel dil ve kültürlerini koruyamadılar. Tamamen asimile oldular.
Helenistik dönemle birlikte artık Anabasis’in yazarı Ksenophon’un kitabında
bahsettiği ve barbarlar dediği antik Karadeniz kavimlerinin esamisi kalmamıştı.
Artık onlar da kendilerini “Helen” diye adlandırıyorlardı.
Sonuç olarak; üretim araçlarını ve onun yapılandırdığı
kültürel yapıya egemen olan güçler, tarih boyunca kendi kültürlerini antik
halklara kabul ettirdiler. İlk ve orta çağda ticaret ve pazar dilini eline alan
topluluklar diğerlerini kendilerine dönüştürdüler. Onlarca Antik Anadolu
kavminin hazin bir şekilde tarih sahnesinden silinmesi bu olsa gerekti.
Üstelik Anadolu’daki gayrimüslimler sadece antik
kavimlerin kalıntıları değildi. Bunların içinde Ortodoks Türkler de vardı.
Anadolu’nun Türkleşmesi konusunda sayısız araştırma ve
yayınlar vardır. Bunların tümünün ortak noktası, bu sürecin yüzyıllar boyunca
devam ettiği şeklindeki yaklaşımdır. Gerçekten de Anadolu’nun demografik
yapısının Türkler lehine değişmesi yüzyılları bulmuştur.
Kuşkusuz Anadolu’ya Türklerin gelişi yoğun olarak
Malazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra başlar. 1072, 1225 ve 1525 yıllarındaki üç
büyük göç dalgasında milyonları bulan Türkmenler, Anadolu’ya gelerek mal
varlıklarıyla birlikte yerleşip yurt tutmuşlardır. Türklerin bu üç büyük göç
dalgasıyla gelmelerinin dışında Anadolu’ya gelmeleri irili ufaklı başka
göçlerle de yüzyıllar boyunca devam etmiştir.
Bu durumu Tahrir defterleri kayıtlarından açık bir şekilde anlamak
mümkündür.
Ancak Anadolu’ya daha önce gelerek burada yurt tutmuş
Türkler de vardır. Bunlara tarihi literatürde araştırmacılar, “Karamanlı
Türkler” demektedirler.
Anadolu’da özellikle 15. Yüzyılda Türkçe konuşan ve
Türkçeden başka dil bilmeyen Grek (Yunan/Helen) harfleriyle Türkçe eserler
yazan Ortodoks Hıristiyanlar vardı. “Karamanlar” adı verilen bu Hıristiyan
Türkler, daha çok Trabzon-Fırat-Toros-Silifke hattının batısında
yaşamaktaydılar. Buradaki “Karamanlar” sözcüğünden, Karaman’da kurulan ve
Karamanoğlu Mehmet Bey idaresinde Türkçeyi resmi devlet dili haline getiren
Karamanoğulları Beyliği’nin kastedilmediğini belirtmek isteriz.
Karadeniz kıyıları, Orta Anadolu, İzmir ve İstanbul,
Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanların yaşadıkları yerlerdi.
Bu insanlar, tıpkı Gagavuz Türkleri gibi yüzyıllar
boyunca Hıristiyan olarak yaşamışlar, ancak mensup oldukları etnik gruba ait
isimlerini de Türkçe olarak koruyabilmişlerdir. Bu tespitlerden yöredeki
gayrimüslim köylerin tümünün Türk soylu oldukları çıkarılmamalıdır. Ancak bu
köylerde isimlerden de anlaşılacağı gibi öz Türkçe adlar kullanıldığı da bir
gerçektir. Adların Osmanlı baskısıyla değiştirildiği
de düşünülemez. Eğer öyle olsaydı öz Türkçe adlar yerine Müslümanların
kullandığı yaygın isimler, yani Arapça ve Farsça adlar kullanılırdı.
Gayrimüslim nüfusun, genellikle “Rum” olarak ifade
edilmesi 18. Yüzyıldan sonra başladı. Aslında Rum sözcüğü yüzyıllar boyunca
Ortadoğu halkları tarafından “Anadolu/Anadolulu” olarak adlandırılmıştı. Nitekim
Mevlana Celaleddin-i Rumi, Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve
Gaziyan-ı Rum tamlamalarında Rum kelimesinin Anadolu anlamında kullanıldığı
görülmektedir.
Mesudiye özeli ele alındığında burada yaşayan Ortodoks
nüfusun antik kavimlerin kalıntıları ve Bir kısmının da gerçekten Ortodoks Türklerden
olduğunu söylemek mümkündür.
1891 yılında Şemsettin Sami ünlü eseri Kamus-ül
Alam’da o yılların Mesudiye’sinde 20 tane Hıristiyan Okulu olduğuna dair bilgi
vermektedir:
“İş bu kaza 10 nahiye, 150 köy ve ahalisi 34.000 kadar
olup, 4.000’den fazlası Rum ve Ermeni gerisi Müslüman’dır. Kazada 71 cami,6
medrese,1 Rüştiye, 80 İslam ve 20 Hıristiyan mektebi mevcuttur.”
Mesudiye’de eskiden Hükümet Konağı olarak kullanılan
günümüzde ise Ordu Üniversitesi’ne tahsis edilen binanın ustalığını
Aşağıfaldaca Köyü’nden Rum Toma Usta yapmıştır.
O yıllarda ilçe merkezinin yarısından fazlasını Rumlar
oluşturmaktaydı. 1901 yılında yayınlanan “Devlet-i Aliye-i
Osmaniye” adlı Devlet Salnamesine göre Mesudiye’nin adı Hamidiye idi ve
toplam 10 nahiyeye ayrılmıştı. Bu nahiyeler şunlardı: Yavadı, Gebeme,
Hatunviran, Yastura, Lağus, Ermene, Çavdar, Kabalı, Hasanşeyh ve Yavşan.
Kurtuluş Savaşı’ndan önce ilçe merkezinin dörtte üçü Rum’du.
Günümüzde Mesudiye’nin mahalleleri olan yerleşkeler bu tespitin dışındadır. O
yıllarda bu günkü Fistoru Caddesinin doğu kısmı ve Kışla Mahallesinin yarıdan
fazlasında Rumlar oturuyordu. İlçeye bağlı 27 köyde Rumlar, bir köyde de Ermeniler
yaşamaktaydılar. Bu köylerin çoğunda tamamen Rumlar yaşarken bazı köylerde ise
Rumlar ve Türkler karışık yaşamaktaydılar.
Rumların yaşadıkları köyler şunlardı; Şıhdere,
Karabelen,Taztepe, Çağman, Muzadere, Aşıklı, Mahmat (Ermeni) , Çarıkçıkaran,
Katıran, Bürük, Eskidir, Bıçakçı, Manahos, Aşağıfaldaca(yarısı), Yukarıfaldaca
(yarısı), Musulu, Maden, Ayhutamı, Yavşan(yarısı), Andanu, Mezere, Maharçorumu,
Göbeden, Kızıldere, Kırcalı, Asarcık, Karaağaç ve Çamlık.
Mesudiyeli Rumlar ticaret ve el sanatlarında
Türklerden daha ileri durumdaydılar. Erik Köyü yakınlarında bulunan Kırcalı Rum
köyü kalaycılıkla geçinirdi ve köyde 15’den fazla kalaycı vardı. Nüfusunun
tamamı Rumlardan oluşan Maden Köyü’nde 65 demirci dükkânı vardı. Bu köye o
yıllarda Sivas, Erzincan, Ordu ve Giresun’dan günde ortalama 25 katırcı gelir
ve yapılan aletleri satın alarak giderlerdi.
1878 yılından itibaren (Hamidiye) Mesudiye ilçe
merkezinde de demirci dükkânları açılmaya başlanmıştır. Seferberlik yılları
olarak adlandırılan 1914-1918 yılları arasında ilçe merkezinde 25-30 kadar
demirci dükkânı bulunmaktaydı.
Bıçakçı adlı Rum köyünde Hamam pınarı denilen bir
hamam vardı. Özellikle Haziran ayında çevre Rum köylerinden 10-15 kişilik
kafileler halinde ziyaretçiler gelirlerdi. Bu ziyaretlerin dinsel bir anlamı
vardı. Buraya “Meryem Ana Ziyaretgâhı” denilmekteydi.
Mesudiyeli Rumların erkekleri, Doğu Karadeniz
Bölgesi’nde devam eden Pontus İsyanı’na katılma ihtimalleri göz önüne alınarak
öncelikle 1921 yılında iç kesimlere sürgüne gönderilmişler, bunların
büyük kısmı geri dönemeden bulundukları Sivas’tan 1924 yılında Yunanistan’a
gönderilmişlerdir. Geride kalanlar ise 1924 Nüfus Mübadelesi
nedeniyle Mesudiye’den Yunanistan’a zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Mübadele
ile Yunanistan’a zorunlu göçe tabi tutulduklarında geride yeni inşa ettikleri
ama hiç kullanamadıkları bir kilise de kalmıştı. Mesudiye Merkez Kilisesi adını
taşıyan bu yapı Kışla mahallesinde bulunmaktadır. 1912 yılında yapılan kilise
kullanılmaya başlanılamadan Mesudiye ilçesindeki Rumlar Mübadele Anlaşması
sonucu ilçeden ayrılmışlardır.
Mübadelenin yaşandığı dönemde Maden Köyü Karakol
komutanı olan ve Rumlar Ordu’ya götürülürken onlara eşlik eden Serpil Köyü’nden
Tevfik Başarslan’dı.
Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için de
“ulus devlet” oluşturmaya yönelik önemli bir tarihsel olaydır. Yunanistan,
1830’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, “Megali İdea”sına göre çizdiği
sınırlar içinde, sadece Yunanlılardan oluşan bir devlet kurmayı amaçlarken
Türkiye de, benimsediği Misakı Milli sınırları içinde Müslümanlardan oluşan bir
devlet kurma çabası içindeydi.
TBMM Hükümeti’nin mübadele isteğinin başlıca iki
nedeni vardır: Öncelikli amaç, Batı’nın müdahalesine gerekçe oluşturan
azınlıklardan kurtulmaktı. İkinci neden de, Müslüman unsurların kolayca uyum
sağlayabileceği düşüncesiyle, Misakı Milli sınırları içinde “ulus devlete”
giden yolu açabilmekti. Çünkü Misakı Milli sınırları, Araplar dışında, Osmanlı
İmparatorluğu içinde kalan son Müslüman yerleşim bölgelerini kapsamaktaydı.
Mübadele ile Yunanistan’a giden Rumlar, memleketleri
olarak gördükleri Mesudiye’yi hatıralarında hep yaşatmışlardır.
Yunanistan Grebene’nin Krifçe Köyü’nde 1933 yılında
doğan ikinci kuşak mübadil Todor Çuflaoğlu, babasından ve annesinden dinledikleriyle
Mesudiye’yi ve zorunlu göç günlerini bakın nasıl anlatıyor:
“Anne ve babam Ordu Mesudiyeli. Melet Köyü’nden.
Babamın adı Yani, annemin adı Elena. Türkçe anadilim. Annem ve babam ölene
kadar evde Türkçe konuştular. Babu(baba) hep Türklerle aralarının çok iyi
olduğunu anlatıyordu.
Babu memlekette çiftçilik ve hayvancılık yapıyormuş.
Bahçe işi de yapıyor, domates ve pancar ekiyormuş. Babamın köyü Türk ve Rum
karışıkmış ama hangisi fazlaymış bilmiyorum. Babamın Mesudiye’de bir de su
değirmeni varmış. Köyün unlarını buğdaylarını öğütüyormuş. Evimizin geçimini
babu sağlıyormuş.
Bir gün babumun evine Türk jandarması gelmiş. Kapıdaki
it havlamış ve gidip jandarmayı ısırmış. Babam eniğe (yavru köpek) vurmaya
başlamış. Jandarma babama engel olarak;
-Vurmayın, niye vuruyorsunuz? Enik işini yapıyor,
demiş.
Buraya geldiğinde ilk zamanlarda davarı yokmuş
babumun. 15 seneden sonra davar sürüsü yaptı, onu da İkinci Dünya
Savaşı’nda İtalyanlar aldı.
Türkiye’de Kurtuluş Savaşı başlayınca bizimkiler
çeteciliğe katılmamış. Krifçe’ye 1922’de gelmişler. Ailem Krifçe’ye
geldiklerinde mübadeleye kadar Türklerle beraber yaşamışlar. Buradaki Türkler
Rumca, bizimkiler Türkçe konuştukları için anlaşmaları biraz güç olmuş.
Krifçe o zamanlar Türk köyüymüş. Buraya ayrıca
Trabzon, Sivas, Tokat ve Samsun’dan gelenler olmuş. Karadeniz’den gelenler
Lazca konuşuyormuş, anne ve babam onlarla da anlaşamamış ilk başlarda. Yıllar
sonra burada Rum okulları açıldı. Rumcayı büyüklerimiz de öğrendi, biz de
öğrendik. Yayam (ninem) bazı bazı ‘Vatan Türkiye’ diyordu. Yayam Türkiye hasretiyle
öldü.
Yunanistan’a yerleştirilen Rumlar için vatan hala
Anadolu, vatan hala Mesudiye’ydi. Bu gerçeği Mesudiyeli Rumlar 1939 Erzincan
Depreminde de göstermişlerdi. 1939 Yılında Erzincan merkezli büyük depremden
Ordu ve bölgesi de etkilenmişti. Özellikle Mesudiye civarında can ve mal kaybı
meydana gelmiş, evlerin büyük kısmı yıkılmıştı. 383 kişinin öldüğü depremde
3146 ev yerle bir olmuştu. Deprem, dünyanın birçok ülkesinde yankı uyandırmış,
özellikle Ordu bölgesinden mübadeleyle Yunanistan’a giden Rumlar üzerinde derin
bir üzüntü bırakmıştı. Rumlar doğup büyüdükleri ve hatıralarının henüz
silinmediği topraklar üzerinde meydana gelen tahribattan müteessir olmuşlar,
1940 yılında Sami Karayaka’ya (1928-1932 yılları arasında Mesudiye Belediye
Başkanı) bir mektup yazarak üzüntülerini
aktarmışlardır.
Mesudiye’den ayrıldıktan sonra Yunanistan’ın Kılkış
kasabasında oturmaya başlayan Mesudiyeli Rumların mektubu şöyledir;
“Gazetelerde okuduğumuza göre bütün Karadeniz ve
dâhilinde tehdit amiz alaimullah ve nadirülvuku harekeri arz eski vatanımızı
tahrip ve ahalisini gam ve sefalete düçar eyledi. Cihanı müteessir eden
ve Yunanistan’ın Türk milletine karşı beslediği muhabbeti izhar eyleyen bu
havadis bizi de havf ve endişe derununda bıraktı. Ve ulu vatan asariyle
alakadar hayat ve mematımız meyanemizde büyük bir teessürat husule getirdi. Ne
faide ki zuhur eden kuvveti ilahiye karşı fen ve kuvvetimiz gayri kâfi olup
mecburiyetle iş bu taziye namemizle iktifa eder ve teessüratımızı arz ve beyan
eylemekteyiz.
Burada bulunan Mesudiye Rumları, hengâm-ı buhranda
Türk kardeşlerinden gördükleri insaniyeti derhatır ederek ciddiyetle milli
kederinize iştirak eylemekteyiz efendim.
Cenab-ı Hak teselli bahşeyleye. Âmin.”
1940 yılında kaleme alınan bu mektubu, Yunanistan’ın
Makedonya bölgesindeki Kılkış Kasabasında oturan Mesudiyeli Rumlar yazmışlardı.
Onları en iyi anlatan aşağıdaki Karamanlıca ağıt olsa gerektir;
Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz
Ne Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz
Öyle bir mahlud-ı hattı tarikatımız vardır
Hurufumuz Yunanice Türkçe meram eyleriz.
Onları en iyi anlatan aşağıdaki Karamanlıca ağıt olsa gerektir;
Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz
Ne Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz
Öyle bir mahlud-ı hattı tarikatımız vardır
Hurufumuz Yunanice Türkçe meram eyleriz.
Not:
Mübadil mektupları
Mesudiye Kâfi
Sarıca Köyü’nden Zafer Öztürk arşivi