İmam-ı Azam Ebu Hanife
Tarihte öyle
şahsiyetlere rastlarsınız ki daha önce bu “özel” şahsiyetler hakkında yeterli
bilgiye sahip olamadığınıza hayıflanırsınız. Zaten bu tür kişilikleri sistem
size yeterince öğretmez. Öğretseler de kendi anlatmak istedikleri gibi
öğretirler. Onlar hakkındaki gerçek bilgileri ancak kendi çabanız ve
araştırmalarınızla öğrenmeye çalışırsınız.
Böyle özel
şahsiyetlerden birisi de Hanefi Mezhebi’nin kurucusu sayılan İmam-ı Azam Ebu
Hanife’dir. Biraz inceleyip araştırdığınızda İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin kendisine
yakıştırılan lakap gibi muazzam bir şahsiyet olduğunu anlarsınız. Bütün yaşamı
boyunca insan sevgisi, peygamber sevgisi, ehlibeyt sevgisi ve akılcılık, onun
hayatına yön vermiş ve şekillendirmiştir. O, günümüz kuşaklarına kadar
gelebilen bilgelik, doğruluk, fakat acı ve ıstırapla geçen onurlu bir yaşam
öyküsünün öznesidir.
Asıl adı Numan bin
Sabit’tir. (Sabit oğlu Numan) 699 yılında Küfe’de doğmuş, 767 yılında Bağdat’ta
ölmüştür. Arap olmadığı bilinmektedir.
Türk veya İranlı olduğuna dair söylentiler vardır.
Ebu Hanife Küfe’de
yetişmiş ve büyümüştür. Önce Kuran’ı hıfzetmiş, sonra da Arap grameri ve
edebiyatını öğrenmiştir. Bir ara
babasının mesleği ticaretle uğraşmak istediyse de hocaları ve devrin ileri
gelen bilginlerinin uyarıları üzerine kendisini sadece ilimle uğraşmaya
adamıştır.
Ebu Hanife’nin
hocaları arasında çeşitli mezheplerden kimseler vardı. 18 yıl derslerine devam
ettiği Hammad’dan Hz. Ali ve Abdullah bin Mesud yoluyla gelen fıkıh ilminin
özünü öğrendi. Fıkhı daha sonraki çalışmalarıyla sistemli bir bilim haline
getirdi. Derslerinde fıkıh bilgisi verir, sonra da halkın sorduğu meseleleri
öğrencileriyle tartışırdı. Ebu Hanife’nin bu yolla yarım milyon meseleyi çözdüğü
söylenir.
İslam fıkhında en
köklü iki ekolden birisi olan ve “Ehli
Rey” olarak da nitelendirilen Irak ekolünün bir numaralı ismi İmam-ı Azam Ebu
Hanife’dir. Bu ekolün en önemli özelliği fıkhi meselelerin çözümünde aklı daha
fazla öne çıkarmasıdır.
Ebu Hanife yaklaşık
18 yıl Hammad’ın derslerine devam etti. Hocasının ölümü üzerine arkadaşları ve
öğrencilerinin ricasıyla onun makamına geçti ve ders okutmaya başladı. Bazı
aralıklarla ders okutmayı 30 yıl kadar sürdürdü. Alçakgönüllülüğü, din
kurallarına uyması, meseleleri incelikleriyle kavrayışı, öğrenme yeteneği ve
güzel konuşmasıyla ünü kısa zamanda İslam dünyasına yayıldı. Çeşitli ülkelerden
gelen 4 bin kadar öğrenci yetiştirdi. Öğrencileri arasında 40 kadarı mücdehit (içtihat
eden) derecesine kadar yükseldi.
Ebu Hanife
hayatının 52 yılını Emeviler devrinde geçirdi.
Öteden beri Hz. Ali ve ehlibeyte (Hz. Muhammet ve Hz. Ali soyundan
gelenler) düşmanca tavır besleyen bu hanedandan hoşnut değildi. Emeviler devrinde genellikle Cuma hutbelerinde
Hz. Ali ve ehlibeyte karşı küfre kadar varabilen düşmanca vaazları içine
sindiremiyordu.
Ebu
Hanife’nin Emevileri hilafete layık görmemesi ve ehlibeyt sevgisinin altında
yatan en önemli etkenlerden birisi, babası ve dedesinden başlayan ve kendi
yaşamı bolunca da devam eden Hz. Ali ve ailesine yakınlığı olsa gerektir.
İmam-ı Azam Ebu
Hanife de bu haksızlıkları görüyor, öğrencilerine ve gerektiğinde halka yaptığı
vaazlarda Hz. Ali ve ehlibeyte karşı haksızlık yapıldığını korkusuzca
söylüyordu. İmam-ı Azam, Emevilerin son zamanlarında Hz. Ali taraftarlarından
İmam Zeyd bin Ali Zeynelabidin’in Emevilere karşı ayaklanmasını destekledi. On
bin dirhem göndermek suretiyle maddi yardımda da bulundu. Bu ayaklanma için
“Peygamber efendimizin Bedir Harbi’ne benzeyen bir ayaklanmadır” sözleriyle doğru
bulduğunu açıkladı. Ancak Emeviler ayaklanmayı bastırdılar ve kendilerine isyan
edenleri cezalandırdılar.
İslam dünyasında
büyük bir itibara sahip olan fakat isyancılara destek veren Ebu Hanife’yi kendi
taraflarına çekmek için hazinedarlık ve kadılık teklif ettiler. Bu teklifi Emevilerin Irak Valisi Ömer bin
Hübeyre yapmıştır. Fakat Ebu Hanife, bu makamın ne niyetle verildiğini sezmiş
ve bu görevi kabul etmemiştir. Bunun üzerine hiddetlenen vali, onu
kırbaçlatmıştır. Bu durumdan İmam-ı Azam’ı kırbaçlayan zindancı bile
etkilenmiş, bu şekilde devam ederse imamın öleceğini valiye bildirmiştir. Bu
sırada yanına gelenlere İmam-ı Azam’ın cevabı ilginçtir:
“Eğer vali
benden mescidin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin yine kabul etmem.
O bir insanın katline hükmedecek ve ben mühür basacağım ha! Allah’a yemin
ederim ki bu mümkün değil. Bu dünyada kırbaç yemek, ahrette ceza görmekten daha
iyidir. Valinin beni öldürmeye gücü yeter, fakat tekliflerini kabul ettirmeye
asla!”
Bu dönemde kendisine büyük işkenceler yapıldı
ve hapse atıldı. Bir müddet sonra kaçarak Mekke’ye giden Ebu Hanife,
Abbasilerin iktidarı alışına kadar orada kaldı. Mekke’de kaldığı sürede hadis
ve fıkıhla uğraştı.
Abbasi
halifeliğinin kuruluşu üzerine Küfe’ye yerleşerek orada derslerine başladı. Abbasilerin
ehlibeyte yakınlıkları sebebiyle Emevilerin yerine iktidara gelmeleri önceleri
Ebu Hanife’yi sevindirdi. Tıpkı Emeviler
gibi Abbasiler de ehlibeyte eziyet etmeye başlayınca Abbasilerle de anlaşamadı.
Abbasiler de hac sırasında dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen hacıların
ehlibeytten olan şahıslara yapılan büyük sevgi gösterileri ve tezahüratlardan
ürküyorlardı. Bu nedenle de ehlibeyte karşı onların da çekememezlikleri vardı. Abbasi Halifesi Ebu Cafer Mansur, İmam-ı Azam
Ebu Hanife’ye resmi bir görev vererek hükümete bağlı olup olmadığını anlamak
istedi ve Bağdat kadılığını teklif etti.
Ebu Hanife bu teklifi de kabul etmedi. Onlara tıpkı Emeviler gibi
yanlışlıklar içinde olduklarını, ehlibeyte zulüm yaptıklarını, halifeliğin
saltanata dönüştürüldüğünü açıkladı. Bunun üzerine zindana atıldı. Hapiste
işkence sonucu ya da zehirlenerek öldürüldüğü sanılmaktadır.
Ebu Hanife, ölmeden
önce “gasp edilmiş” veya “halifenin gasp ettiği” ileri sürülen bir toprağa
defnedilmemesini vasiyet etmişti. Sağlığında onun desteğini alamayan Abbasi
Halifesi Mansur, anlatılanlara göre elli binden fazla insanın katıldığı cenaze
merasimine gelmiştir. Onu sevenlerin desteğini almak istemiştir. Ebu Hanife, Bağdat yakınlarındaki Hayzuran mezarlığına
defnedildi. Selçuklu
Sultanı Melikşah’ın vezirlerinden Ebu Sa’d-i Harezmî, Ebu Hanife’nin kabri
üzerine mükemmel bir türbe ve çevresine de bir medrese yaptırdı.
Osmanlı
padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman ve IV. Murat dönemlerinde iki defa
türbesi yeniden yapıldı.
Neydi İmam-ı Azam
Ebu Hanife’ye karşı Emevi ve Abbasilerdeki bu kinin sebebi? Bunu Ebu Hanife’nin
İslam’ı yorumlayışında bulabiliriz.
Ebu Hanife kendi
fetvalarını akıl sentezinden geçirdikten sonra verirdi. Ebu Hanife’nin
fetvalarında ve meselelerin çözümünde görülen en önemli özelliği, onun ilerde
olabilecek olaylar üzerinde de düşünerek hükümler çıkarması, fıkhı
müşahhaslıktan (teşhis edilmiş, somutlaştırılmış, kalıplaştırılmış) çıkararak mücerret (karışık ve katışık
olmayan, yalın) ve genel fıkhı ilkelere bağlamasıdır. Düşüncelerini akıl
sentezinden geçirmesidir. Ayrıca halifeliğin saltanata dönüştürülmesinin caiz
olmadığını da belirtmesidir.
Ebu Hanife bir konuda
hüküm verirken önce Kuran’da bir hüküm olup olmadığını araştırır, yoksa o
konuyla ilgili hadisleri bulurdu. Haber-i vahid (tek kişinin naklettiği
hadisler) denilen hadisleri kabul etmezdi.
O, fetva ehli olarak da bilinirdi. Hadisleri sadece senet ve rivayet
açısından değil, anlam açısından da kritiğe (eleştiriye, elemeye) tabi tutardı.
Mana açısından Hz. Muhammed’e atfedilemeyeceğine inandığı hadisleri kabul etmez
ve bu hadislere karşı fetva vermekten çekinmezdi. Sahabenin fetva ve
hükümlerine büyük önem verir, ancak daha sonraki fetva ve hükümleri kendi
fetvalarından üstün görmezdi. Bu nedenle de çağdaşı İslam bilginlerince tenkide
uğramış, kendi görüşü ile hareket etmekle suçlanmıştır. Kimilerince “şirk”
içinde olmakla bile itham edilmiştir. İslam düşünce tarihinde “nakilci-akılcı ayrışması” Ebu Hanife’nin
akılcılıktan yana olmasıyla daha da belirginleşmiştir.
Ebu Hanife’nin
açtığı bu yoldan öğrencileri de yürüyünce meselelerin çözümünde diğer
düşünürlerle aralarında yorum farkları görülmeye başlanmıştır. Ebu Hanife’nin
bir özelliği de Hz. Peygamber dışında eleştiri üstü insan kabul
etmemesidir. O sadece Allah tarafından
bizzat görevlendirildiği için Hz. Muhammet’i “eleştirilemez” buluyordu. Diğer
halifeler ve müçtehitler ona göre eleştirilebilirdi. Bu durum aslında yeni bir
mezhebin doğuşuydu.
Ebu Hanife, İslam’ı Arapçılık ve Emevi tahribatından
çıkartarak dini anlamada aklı ön plana çıkartan, ana dilde ibadet, bireysel
özgürlükler ve kadın özgürlüğü gibi konularda öncü ve devrimci bir rol
oynamıştır.
İmam-ı
Azam Ebu Hanife, zalim yönetimlere karşı kılıçla isyan etmeyi farz kabul
ediyordu. Bu nedenle de önderi olarak gösterilen günümüz “Ehl-i Sünnet vel
Cemaat” itikadından farklı düşünüyordu. Yaşamı boyunca verdiği fetvalarla
ehlibeyte arka çıkmış ve Alevileri desteklemişti.
Hanefi
mezhebinin kurucusu Ebu Hanife’nin derslerinde çözülen fıkhî meselelerden
oluşan bilgilerini İmam-ı
Matüridi kitaplaştırmıştır.
Türk din bilgini Maturidi, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin
düşüncelerini takip eden, akla önemli bir yer veren İslam İtikadi mezhebi Maturidiyelik’in
de kurucusudur.
Türk toplumunun büyük bir kısmı amelde Hanefi Mezhebi’nden,
İtikatta ise Maturidiye Mezhebi’ndendir. İslam coğrafyasındaki Anadolu
Müslümanlığının diğer ülkelerdeki İslami yorumlardan farklılığı; barışçıl ve
hoşgörülü yapısı, gelişmişlik düzeyi, büyük oranda İslam’ı Arap örfünden
ayırarak akılcı yorumlayan bu mezheplerin öğretilerinden kaynaklanır. Bu
sebepledir ki Anadolu, İslam coğrafyasında bir barış adası gibidir.
Günümüzde ne hazindir ki bu öğretiler de törpülenmekte ve “din”
diye El-Eş’ariye, yani nakilci ve Arap örfünü destekleyen görüşler, çok çeşitli
güç odakları ve uluslar arası sermaye tarafından Türk halkına dayatılmaktadır. Tarih
boyunca mezhep çatışmaları ve yorum farklılıklarından dolayı kan gövdeyi
götüren İslam coğrafyasına sanki gizli eller ülkemizi de eklemek
istemektedirler.
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin büyüklüğünü, tarihimizde nice
şeyhülislamların düştükleri ibretlik hallere ve verdikleri fetvalara bakarak daha
iyi anlıyor ve onun onurlu yaşantısı karşısında saygıyla eğiliyorum.
1 yorum
Teşekkürler
YanıtlayınSil