Anadolu Abdalları
Tarihsel süreç içinde “Abdal” adının değişik çağrışımlarına
rastlanmaktadır. 12. ve 14. yüzyıllarda İran'da yazılmış metinlerde, Abdal
kelimesi “derviş, sûfî” anlamını taşırken, 15. yüzyıldan itibaren devlette
resmi mezhep haline gelen Sünnilik anlayışının bir sonucu olarak dervişlik ile
avareliği birbirine karıştıranlar, Abdal kelimesine “divane, meczub'' diyerek
horlanan bir mana yüklemişler ve giderek de bu kelime Anadolu’nun çoğu
bölgelerinde “bön, ahmak” anlamına
gelecek biçimde dışlanan, hafife alınan bir görünüme bürünmüştür.
Abdal sözcüğünün en doğru anlamını yüzyıllar öncesinden Yunus Emre
bildirir bize:
“Su dibinde mâhi ile
Sahralarda âhû ile
Abdal olup yâ hû ile
Çağırayım Mevlâ’m seni”
Abdal; Arapçada “bedel”, “bedil” karşılıklarının çoğulu olup; “Bir
şeyin veya bir kimsenin yerini tutmak” karşılığı olarak kullanılır. Eski ve
yaygın inanışça; dervişler, nefislerini ruhlarına “bedel” olarak
verdiklerinden, “bedel” ile “abdal” arasındaki ilişki de buradan kaynaklanmaktadır.
Yüzyıllar boyunca Abdal sözcüğü; bedel kelimesinin çoğulu olarak;
gezgin dervişlere verilen ad olmuştur. Bu yüzden birçok olay abdalın bilgisi
içinde görüle geldiğinden Anadolu’da “Abdala malum olur” deyimi
kullanıl-mıştır.
Tarihi kaynaklar, Anadolu Abdallarının Orta Asya’dan İran ve Azerbaycan
yoluyla Anadolu’ya geldiklerini belirtmektedir. Buna en önemli kanıt “Tahmasb
Tezkiresi”dir. Buna göre Abdalların Horasan civarında bir Türkmen kabilesine
mensup oldukları anlaşılmaktadır. Abdal oymakları “Türkmen taifesi” olarak
gösterilmiş ve Anadolu’nun birçok bölgesine yerleştikleri belirtilmiştir.
Anadolu Abdalları (Abdalân-ı Rum/Anadolu Abdalları); Anadolu’nun
Türkleşme sürecinde gaziler veya Alp-Erenler (Gaziyan-ı Rum/Anadolu Gazileri),
önderliğini Kırşehirli Ahi Evran’ın yaptığı Ahiler (Ahiyan-ı Rum/Anadolu
Ahileri) ve yine Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı tarafından “kadınlar teşkilatı”
olarak örgütlendirilen (Bâcıyân-ı Rum/Anadolu Bacıları) ile birlikte büyük
hizmetleri görülen bu dönemin etkili sosyal zümrelerinden biri olmuştur.
Âşık paşazade, Abdalân-ı Rum’u,
“bilge dervişler” olarak ifade eder.
14. ve 15. yüzyıllarda değişik adlarla zikredilmekle beraber, daha çok
‘abdal’ ismi ile anılan bu zümrelerin, dönemin resmî tarihçilerince,
gelecekleri bozuk, serseri şeklinde bahsedilmelerine rağmen, halk arasında
büyük ün kazandıkları görülmektedir
Abdallar; Alevî-Bektaşi geleneğinden gelmektedirler. Ancak Sünnî
geleneğin içinde asla çatışmacı olmamışlardır. Bu anlamda Abdalların; engin bir
özveri ve hoşgörü kültürlerinin özünü bozmadan, ciddi bir sosyolojik dönüşüm
içine girdiklerini ve bu süreci yaşadıklarını belirtmek yerinde olacaktır.
Abdallar arasında, geleneksel
dinsel etkinliklere katılımlar geçmişe göre hayli zayıflamış, Alevi dedeler
eskisi kadar artık ziyaretlere gelmediklerinden Cem törenleri neredeyse
unutulacak hale gelmiş, dedelik yapılanmasına bağlılık da eski halini
yitirmiştir. Aleviliğin toplumsal düzene dönük “düşkünlük”, “muhasiplik” gibi
benzer sosyal içerikli uygulamaları da, Abdallar arasında ortadan kalkmıştır.
Alevi-Bektaşi geleneğinden gelmeleri nedeniyle Abdallar, Anadolu
Türkmenlerinin adeta “profesyonel mızıkacıları” olmuşlardır. Çünkü Anadolu
halkında çeşitli sebeplerle oluşan “Sünnî taassup”, adeta çalgıyı, türküyü
Abdallara havale etmiştir. Abdallar da doğal olarak kendilerine terk edilen
Türk Halk Müziği’nin ve oyun kültürünün doğal taşıyıcıları olmuşlardır.
Yüzyılların Anadolu’sunun yaşam tarzını kemanın inceliğinde, boz davulun
gümbürtüsünde, sazın tellerinde bugünlere, kaynağından taşıyanlar onlardır.
Anadolu Abdalları, Kırşehir Yozgat, Kaman, Keskin, Hacıbektaş, Avanos
ve Ortaköy yöresinde yoğunlaşmış, Fırka-i İslâhiye’den sonra kendileri gibi
diğer Türkmen ailelerde birlikte Kırşehir merkez olmak üzere Orta Anadolu'ya gelmişlerdir.
Kırşehir'in Yağmurlu, Büyükoba, Hacıbektaş'ın Engel, Avanos'un Büyüklü,
Ortaköy'ün Kümbet köylerine yerleşmişlerdir. Horasan'dan yağmur Dede'nin
başkanlığında Anadolu'ya geldikleri bildirilen Abdalların, Kırşehir' in
Yağmurlu köyüne oturdukları zaman başkanları ulu kişi yağmur dedenin adını bu
köye vermişlerdir.
Anadolu Abdallarının; Türk soyundan geldikleri, Müslüman oldukları,
başlarında bulunan uluları, “Kara Yağmur”un liderliğinde “Horasan Erleri”
olarak Anadolu’ya geldikleri, sözlü kültürlerinde de belirtilmektedir.
Yüzyılların horlanmışlığını sürekli hatırlatmışlar ve kendilerini “garip”
olarak ifade etmişlerdir.
Türklerde ''Kopuz, Orta Asya ve Anadolu sazlarının, ünlü ve şanlı bir
atasıdır. Bu da Anadolu Türklerinin ve Anadolu Türk kültürünün köksüz
olmadığını göstermektedir. Diğer yandan İslamiyet'in Türkler arasında yayılmaya
başladığı dönemlerde, Arap ve İran kültür emperyalizmini çabuk fark eden, Hoca
Ahmed Yesevi, Türk kültürünü korumak amacıyla ''Hikmet'' adını verdiği Türkçe
şiirlerini dervişleri vasıtasıyla en uzak bölgelerdeki Türk topluluklarına
ulaştırmayı başarmıştır. Bu Hikmetler Türkler arasında düşünce, dil ve inanç
birliğinin kurulmasında büyük faydalar sağlamıştır.
Anadolu abdalları, Dede Korkut
ve Hoca Ahmet Yesevi geleneğinin Anadolu’daki temsilcileridir. Dede korkut,
Orta Asya Türklerince kullanılan kopuzun ulu velisi sayılmaktadır.
Türklerin Anadolu'ya gelmelerinden sonra da yine bu gelenekte beslenen
Türk Halk Edebiyatı önemli aşamalar kaydetmiştir. Bu gelenek ise Yunus Emre’den
Âşık Paşa'ya, Pir Sultan'dan Karacoğlan'a, Âşık Ömer'den Köroğlu'na ve
Dadaloğlu'a kadar ulaşmıştır. Diğer yandan saz çalmasını bilmeyen fakat iyi
şiir yazan şairler, 16. yüzyıldan itibaren yazdıkları şiirlerini saz çalan
şairlere intikal ettirerek kendi ad ve şöhretlerinin yayılmasına çaba sarf
etmişlerdir. On sekizinci yüzyılda halk arasında popülarite kazanan saz
şairliği, saz çalmasını bilmeyen bir çok şairi saz çalmaya mecbur kılmıştır.
Çünkü sazsız sözden fazla zevk almayan halk, saz çalmayan bir şairin
şiirlerinin yayılmasına öncülük etmemiştir.
Bu nedenle, yazdıklarını sazla söyleyen şairler, yukarıda da
belirtildiği gibi büyük şehirlerde, kahvelerde, meclislerde, konaklarda hatta
saraylarda sevilen ve aranılan bir sınıf oluşturmuşlardır. Bunların en önemli
temsilcileri olan Abdal topluluğunun varlığı, pek çok örnekleriyle bugün de
canlı olarak yaşatılmaktadır.
Bin yıllık Anadolu-Türk tarihinde belli bir yeri olan
abdalların çoğunluğu, elekçilik, sepetçilik, kalaycılık, sünnetçilik ve
müzisyenlik gibi benzer zanaatlarda yoğunlaşmışlardır. Abdalların günümüzde
birçok çalışmaya konu olması, onların yaşadıkları bölgelerde evlenme ve düğün
gelenekleri etrafında teşekkül etmiş olan eğlencelerin icrasında başlıca rolü
üstlenmeleridir. Abdalların sanatlarını icra ettikleri mahallerin başında
düğünler gelir. Bir abdal için düğün –ki en ünlüleri Muharrem Ertaş, Neşet
Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan da dâhil- hem geçimini sağlayacağı bir iş ortamı
hem de hünerlerini sergileyebileceği bir gösteri alanıdır. Kırşehir abdalları
arasından yetişen Neşet Ertaş’ın bir ses ve saz ustası olarak ününün Türkiye
sınırlarını aşması, hem bilim çevrelerinde hem de medya organlarında abdallara
karşı büyük bir ilginin oluşmasını sağlamıştır. Bu ilgi, abdallar ve icra
ettikleri müzik türü ve sürdürdükleri sıra dışı yaşam tarzı nedeniyle
Kırşehir’i sıklıkla ülke gündemine taşımıştır. Neşet Ertaş’ın uzun yıllar
gurbette yaşaması, abdallar üzerine yapılan çalışmalarda Kırşehir’de yaşayan
diğer abdalların her birini de birer kaynak şahıs durumuna getirmiştir.
Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Âşık Veysel, Âşık Mahzuni,
Neşet Ertaş ve diğer ozan ve abdallar, arkalarında binlerce beste, binlerce
türkü bırakmışlardır. Eserleriyle dupduru ırmaklar gibi gürül gürül akmışlar ve
diğer ozanlarımız gibi yüzyılların ötesinden gelen geleneği yaşatıp ve
geliştirerek Türklerin nefesi olmuşlardır.
Abdallık geleneğinin son temsilcilerinden ve en önemlisi olarak
gösterilen Neşet Ertaş hakkında en anlamlı tespitlerden birini de THM Sanatçısı
ve Yazar Prof. Dr. Erol Parlak yapmaktadır:
“Abdal dervişler soyundan, ömrü gariplik ile bülbüllük arasında geçmiş,
son nefesinde “sazımın emaneti” diyerek yarattığı gönül mirasını teslim eden
ustalar ustası Muharrem Ertaş’ın benzersiz ozan oğludur Neşet Ertaş. Bir şaman
misali gizemli ve esrik, bir kalenderi misali engin ve coşkun ve bir Bektaşi
eri gibi yüreği yüce bir aşk ve sevgi dolu. Engin gönlü, yalınkat yüreğinden
taşan hüzünlü ve yanık ifadesiyle havalandırdığı türküleri, Anadolu tarihi
kadar derin, Anadolu toprağı kadar bereketli, Anadolu kültürü kadar zengin,
Anadolu insanı kadar içten, sade ve cömerttir. O Anadolu toprağının vicdanı ve
yüz akıdır.”
Üstad, Neşet Ertaş' ne güzel betimlemiş!
***
Üstad, Neşet Ertaş' ne güzel betimlemiş!
***
Son yıllarda televizyon ekranlarında yalaka tipi yazarlar türedi. Bunlardan
bir tanesi kendisini kasıla kasıla tarihi romanlar yazan bir yazar olarak tanıtırken, Türk Halk Müziğinin geçmişi hakkında kendince değerlendirmeler yapıyor ve Neşet
Ertaş’ın söylediği türküleri genellikle “müstehcen” bulduğunu belirtiyordu.
Eh ne diyelim? Bu değerlendirmenin tek bir cevabı vardır: Sapıklık!
8 yorum
Hocam çok değerli bir yazım, teşekkürler. Sevgi ve hürmetle...
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı. Keyifle okudum. Sağolun sayın hocam.
YanıtlaSilAdnan Menderes Kaya
Babınada deli gönül babına
YanıtlaSilKoç yiğitler sığmaz oldu kabına
Ala çamın boz ardıcı dibine
Silâh çatıp yapmamıza ne kaldı
İşte bir abdal kocasının felsefi duruşu.....
Teşekkürler. Ancak yorumlarınızı rumuzla değil, isim kullanarak yaparsanız daha da memnun olurum. Saygıyla kalın.
YanıtlaSilKeşke hiç kimse mezhepcilik yapmasa şarkıya türküye mezhepcilik ve siyaset karistirmasa direk veya dolaylı ayrımcılık yapmasa ne güzel olur.
YanıtlaSilHocam emeğinize sağlık. Güzel hazırlanmış bir araştırma. Yazınız için size teşekkür ediyorum. Saygılarımla selamlıyorum. HÜSEYİN DURUKALP ABDALLAR DERNEĞİ BAŞKANI
YanıtlaSilTeşekkürler değerli dost. Kültürümüzün bu değerli damarını saygıyla selamlıyorum.
SilKıymetli hocam emeginize sağlık. Fethiye abdallarinida incelerseniz sevinirim . Saygıyla.
YanıtlaSil